Bölüm 17. Huzursuz - part Ⅰ

132 14 1
                                    

Keyifli okumalar.

Medyada: Mariah Carey - Hero

———

Ertesi gün Bralyn okula gelmedi. Bu durum, bütün şüphelerimde haklı olduğumu gösteriyordu. Bralyn pişman olmuştu ve beni görmek istemiyordu. Belki de benden kaçmaya karar vermişti. Arey'in laf arasında işi olduğunu söylemesi de hiç inandırıcı değildi; üstelik de bunu Rose'un ısrarları üzerine söylemişken. Derslere girip çıkıyordum fakat tek kelime bile anlamıyordum. Beynim tek frekansa ayarlanmış gibi hep aynı düşüncenin varyasyonları arasında dolaşıyordu. Eva defalarca neyim olduğunu sormuştu. Yorgun olduğumu söylememe rağmen şüpheli bakışlar atmaktan vazgeçmiyordu.

Bralyn, bir sonraki günde gelmedi. Artık kesinlikle emindim; beni görmek dahi istemiyordu. Belki de kasabadan çoktan gitmişti. Arkadaşlarının okula geliyor olması en azından bu düşünceyi aklımdan uzaklaştırmama yardımcı oluyordu. Laf arasında Rose'un öylesine soruyormuş gibi konuyu açması dışında Bralyn'in konusu açılmıyordu, sanki öyle biri hiç var olmamış gibi. Rose'un benim için konuyu ona getirmeye çalıştığını biliyordum, her ne kadar Bralyn'e öfkeli olsa da. İki gündür doğru düzgün yemek yiyemiyordum. Bralyn ile iştahım da kaybolmuştu. Kabuslar yüzünden yeterince uyuyamıyordum da zaten.

Mezuniyete bir hafta kalmıştı. Rose, canla başla çalışıyordu. Keyfimin olmadığını bildiğinden bana dokunmuyordu ama Eva'nın burnundan getiriyordu. Sonunda yere karar verebilmişti ama kabul göreceğini hiç sanmıyordum. Kasabada ihtişamlı yerler olmadığı için piknik yaptığımız yerde olmasını istiyordu ama aileler ormanın içinde yapılacak hiçbir etkinliğe onay vermezdi. Üstelik de ortada iki tane parçalanmış ceset varken. Bunu dile getirmiş olmam bile Rose'u durdurmadı. Her zamanki kendinden emin tavrıyla halledeceğini söyledi. Herkesi ikna etse bile babam izin vermezdi; çünkü Rose'un ikna yeteneği babamın iradesinde sona eriyordu.

Üst üste derslere girip çıktık. Düşüncelerim arasında boğulmaktan kurtulmak için Mina'nın en son izlediği belgeseli dinliyordum. Büyük bir hevesle nesli tükenmekte olan hayvanları anlatmaya başladı. Hayvanları görmek için gitmek istediği yerleri tek tek saydı. Her zaman sakin olan Mina hoşuna giden bir şeylerden bahsederken o kadar neşeli oluyordu ki, bazen sadece bu neşesini görmek için bile onu dinliyordum. Onun Xolan'dan hoşlandığını düşünüyordum ama davranışlarındaki tutarsızlıktan dolayı emin olamıyordum. Bir türlü fırsatını bulup da soramamıştım. 

Rose, dışarı çıkıp biraz takılmak istiyordu ama ben bir an önce eve gitmek için can atıyordum. Son ders ziline kadar ısrarlarını sürdüren Rose, sonunda pes etmişti. Onlarla vedalaşıp eve yürüyerek geldim. Kendimi inanılmaz yorgun hissediyordum. Annemin homurdanmalarını kulak ardı edip kahvaltılıklardan birkaç lokma atıştırıp odama çıktım.

Güneşin son ışıkları şatonun duvarlarına ve yüksek kulelerine vururken hareket ettikçe değişen renklerine bakakalmıştım. Siyahın içinde gökkuşağı oluşmuş gibiydi. Yansımamı görmek istediğim için şatonun duvarlarına doğru birkaç adım attım ve siyah kristalden yapılma gibi görünen şatoya yaklaştım. Dokunma isteğime engel olamıyordum; eşsiz görünüyordu.

Biraz daha yaklaşmayı düşünürken şatonun camdan duvarları gölgelerle doldu ve her birinden tüylerimi diken diken eden sesler yükselmeye başladı. Korktuğum halde daha yakından bakma isteğime karşı koyamayıp temkinle bir iki adım daha atıp yaklaştım. Tam o sırada şatonun kulelerinin birinde duran, sürekli rüyalarıma giren, yaşlı kadın kaçmam için var gücüyle bağırmaya başladı. Kadının neden bağırdığını anlamadım, ta ki gölgeler camlardan dışarı süzülmeye başlayana kadar. Dehşet içinde önümde şekillenen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, büyüyen koyu karanlık üzerime gelmeye başladı. Korkudan kaskatı kesildim. Bir an önce kaçmalıydım ama ayaklarımı hissedemiyordum. Yaşlı kadın ondan beklenmeyecek güçte bir çığlık attı. Bu ses arkamı dönüp koşmaya başlamama yetti. 

Ne kadar hızlı koşsam da kaçamıyordum. Aynı yerde duruyormuşum hissi daha fazla paniklememe neden oldu. Kalbim çıldırmış gibi atıyor, nefes almamı güçleştiriyordu. Dev gölge üzerime çökmek üzereyken nereden geldiğini anlamadığım parlak, gözlerimi kamaştıran gün ışığı her tarafımı kapladı ve bir anda uyandım.

Hava kararmıştı. Odada hiç ışık yoktu. Bir süre hiç kıpırdamadan gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Kalbim hala çok hızlı atıyordu ve ağzım kurumuştu. Yavaşça ayağa kalktım ve ışığı açtım. Saat ona geliyordu. Odadan çıkıp evde kim var diye bakmak ve biraz su içmek için alt kata inerken Sean'ın odasından gelen müzik sesini duydum. Huan oturma odasında televizyon karşısında uyukluyordu, babam ise ortalarda görünmüyordu. Bu saatte genelde evde olurdu ama sanırım yine beklenmedik bir işi çıkmıştı. Yavaşça mutfağa geçip bir bardak su aldım ve Huan'ı uyandırmamaya dikkat ederek odama yöneldim. 

Yerimde duramıyordum. Rüyanın etkisini üzerimden atamıyordum; içim daralıyordu. Yürüyüş yolunda biraz yürümeye karar verdim. Babamın güneş battıktan sonra dışarı çıkmamamızı söyleyen sesi beynime süzüldü. Bir an ikilemde kalsam da umursamadım; içimdeki bu sıkıntıdan, bu gerginlikten kurtulmam gerekiyordu. Hızlıca soyunup üzerime siyah eşofmanlarımı geçirdim ve ayak ucuma basarak evden çıktım. Yakalanmak istemiyordum aksi takdirde çıkmama izin verilmezdi. Babamın evde olmaması da büyük şanstı doğrusu.

Telefonuma kulaklığımı takıp sevdiğim şarkılardan birini açtım ve sesini dışarıyı da duyabileceğim şekilde ayarladım. Eşofmanımın kapüşonunu başıma geçirip, ellerimi ceplerime sokup yürümeye başladım. Hava çok güzeldi, ılık rüzgâr saçlarımın açıkta kalan yerlerini geriye doğru savuruyordu. Derin bir nefes alarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. Son günlerde yaşadığım her şey huzursuz ve gergin hissetmeme neden oluyordu. Rüyalarım artık çığırından çıkmıştı. Neredeyse rüya görmeden uyandığım bir sabah yoktu. Kızların tuhaflıkları suçlamam için yeterli sebeplerdi. Bralyn'in kendisi bile huzursuz olmama yetiyordu aslında. Etrafımda birtakım şeylerin döndüğünü ve değiştiğini hissediyordum ama anlamlı bir bağlantı kurup beynimde birleştiremiyordum bir türlü. Bir şeyler eksikti ama ne?

Neredeyse okula kadar yürüdüğümü fark ettiğimde şaşırdım. Evdekiler yokluğumu fark etmeden dönsem iyi olacaktı. Yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra karşımda duran kocaman bir gölge gördüm ve yürüyüş tempomu düşürdüm. Bir an kendimi kabusumun içine düşmüş gibi hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Bir iki adım daha atınca durdum. Karşımda duran şey köpeğe benziyordu ama daha önce hiç bu kadar büyük bir köpek görmemiştim. Tam olarak neye benzediğini seçemiyordum çünkü çok siyahtı. Ama gözlerinin parlaklığını bu kadar mesafeden bile görebiliyordum. Yavaşça kulaklıklarımı kulağımdan çıkardım. Neden böyle yaptığımı bilmiyordum. Asıl yapmam gereken avazım çıktığı kadar bağırıp, arkamı dönüp kaçmaktı ama hareket edemiyordum. Yer çekimi sanki artmış, kalbim yer değiştirip kulaklarıma yakın bir konuma gelmiş ve kanım da vücudumda donmuş gibiydi. Ağzımı açsam da ses çıkmayacağını biliyordum. Boğazım kurumuştu.

Devasa köpek bana doğru gelmeye başladı. Boğazından korkunç hırıltılar çıkıyordu ve bu ses benim yere iyice çakılıp kalmama neden oldu. Korkudan bedenimin içinde kaybolmuştum. Yavaş yavaş bana doğru yaklaşıyordu. Gözlerimi kırpmaya bile korkuyordum. Yaklaştıkça şeklini daha iyi görmeye başladım. Bu devasa bir köpek değil, bir kurttu. Neredeyse benim boyumda, kabarık siyah tüylü, uzun pençeli ve sivri keskin dişleri olan bir kurttu. Dişlerini görüyordum ve birazdan o iğrenç dişler beni paramparça edecekti. Üstelik ben sesimi bile çıkaramayacaktım. 

Yapmamam gereken bir şey yapıp gözlerine baktım. Gözleri simsiyahtı ve vahşice parlıyordu. Gözlerine bakınca var gücüyle hırladı. İşte, bu ses benim hareket etmeme sebep oldu. Arkamı döndüğüm gibi koşmaya başladım. Ama panikten ayaklarım birbirine dolaştı ve daha birkaç adım atmıştım ki yüz üstü yere kapaklandım. Bir an beynimin delindiğini hissettim. Kurt bana yaklaşmıştı ve beynimi dişlerinin arasına almıştı, eziyordu adeta. Sonra başka bir hırlama sesi daha duydum. Kendimi yan tarafa çevirip bakmaya çalıştım ama kıpırdayamıyordum. Bu hırlama sesi kurttan gelen ses gibi değildi. Daha çok yılan tıslaması ile sinirlenen bir insanın genizden çıkardığı ses arasında bir şeydi.

Parçalanma ve yırtılma sesleri duyuyordum. Bu seslerle birlikte hırıltılarda artıyordu. Yüksek bir uluma sesi duydum. Sonra sesler yavaş yavaş uzaklaştı ve sessiz kopkoyu bir karanlığa dönüştü.

———

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, lütfen.🤗

AMİE - Gecenin GölgesiUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum