BÖLÜM 25. Kilitli Oda

79 11 1
                                    

Akşama doğru uyandım. Doğrularak oturdum ve ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Uyuşmuş beynimle bir süre öylece bekledim. Kendimi berbat hissediyordum. Yatakta ayaklarımı düzenli aralıklarla sallayarak boş boş odama baktım. Duş almaya karar verip banyoya geçtim. Şişmiş gözlerim ve solgun yüzümle korkunç görünüyordum. Kolumu kıpırdatacak halim yoktu. Ne olduğuna bile bakmaktan dolaptan elime ilk gelenleri üzerime geçirip alt kata indim.

Mutfaktan gelen seslere bakılırsa kızlar buradaydı ya da hiç gitmemişlerdi. Rose'un gülüşünü duyabiliyordum. Sessiz adımlarla mutfağa doğru yürüdüm ve kapı girişinde durdum. Huan'la birlikte tezgâhın başında uyumlu olarak sebze doğruyorlardı. Açık kapının önünde bir süre sessizce izledim.

"Ne yapıyorsunuz?"

Çatallı çıkan sesime aldırış etmedim. Huan arkasını döndü. Yüzünde yavaş yavaş yerini alan sıcak gülümsemesiyle yanıma gelip canımın acımasına neden olacak kadar kucakladı.

"Nasılsın bebeğim? Daha iyi misin?"

Huan'ın coşkun haline bakınca kendimi kötü hissettim. Son günlerde herkesin canını sıkıyordum. Kızların sıcak bakışlarını üzerimde hissettiğimde her birinin tek tek yüzüne baktım. Rose başını hafifçe sağ tarafına yatırarak gülümsedi. İçimde tekrar başlayan ağlama isteğine direnip Huan'ın gözlerine bakıp gülümsedim.

"İyiyim ama açım."

Günlerdir doğru düzgün bir şey yememiştim. Huan heyecanla tezgâhın başına döndü. "En sevdiğin yemekleri yapıyoruz." dedi ve yarım bıraktığı doğrama işine başladı. "Neredeyse hazır. Hadi kızlar durmayın öyle. Amie geç içeride bekle istersen."

Yalnız kalmak istemiyordum. Yalnız kalmak düşünmek demekti. "Burada beklerim." dedim ve mutfak masasına doğru yürüyüp sandalyeye oturdum.

Bıçağın kesme tahtasında çıkardığı sesler dışında hiçbirimiz konuşmuyorduk. Mutfağı en sevdiğim kokular doldurmuştu. Etin ağız sulandıran kokusu, tatlı patates kokusu ve yeşilliklerin birbirini bastıran canlı kokuları arasında pencereden dışarı baktım. Birkaç saat sonra karanlıkla buluşacak güneşin solmaya yüz tutmuş ışıkları bahçede gölgeler oluşturmuştu. Bitmeyen bir şarkının tekrar eden notaları gibi bir ahenkle birbirlerini kovalıyorlardı. Karanlık ve aydınlık.

İçimde kırılan bir şeylerin olduğunun farkındaydım. Sahip olmadığım ama yine de kaybettiğim şeyin acısı oturmuştu içime. Mutluluğun damıtılarak vücudumdan özümsenmesi gibiydi bu his. Acı veriyordu. Karşısında un ufak kaldığım o dakikalarda bile elini uzatmasını istediğimi biliyordum. Kalbimin çevresine çöreklenen bu boğucu hisse rağmen beynimin kıvrımlarına sızmış olan ona dair hiçbir şeyi kendimden uzaklaştıramıyordum. Bu sevgi değildi; hastalıktı. İçten içe tüketen, canını acıtan bir şey sevgi olamazdı. Bu, fiziksel darbelerden uzak bir işkenceydi.

"Deniz kenarında güzel bir tatile ne dersiniz?" dedi Huan. Daldığım düşüncelerden sıyrılarak mutfağa döndüm.

"Harika, ne iyi olur." dedi Rose coşkuyla ve Huan'ın önündeki domatesi alıp kesmeye başladı. Daha çok parçalıyor gibiydi.

"Bence de harika ama eski medeniyetlerin anıtlarını görmeye gitsek daha güzel olur bence."

"Mina arkeoloji merakını ne zaman edindin?" diye sordu Eva.

"Mina sıra dışı şeylere bayılır, bilmiyor musun?" dedi Rose ve Eva'ya göz kırptı.

"Ne var," dedi Mina önündeki biberi kesmekle uğraşıyordu. "Değişik şeyler görmek istiyorum."

"Sen ne dersin Amie?"

Huan heyecanla bana döndü. Bunu benim için istediğini fazlasıyla belli ediyordu. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş çekilirken bunun nedeninin ruhsuz bakışlarım olduğunun farkındaydım. Kendimi bir an için kötü hissettim.

AMİE - Gecenin GölgesiWhere stories live. Discover now