Giriş

683 47 7
                                    


'Kyungsoo gelmiyor musun?'

'Siz geçin tuvalete gireceğim. Ders başlamadan yetişirim.'

Burası Seul'ün en prestijli liselerinden birisi. Bu yılışıklar da etrafımı ailelerinin zoruyla sarmış asalaklardan başkaları değiller. Bir an tuvalete de benimle gelecekler diye panikledim ama neyse ki beni o kadar da önemseyen tipler değiller. Gerçi bu okuldaki öğrencilerden her türlü pislik beklenirdi. Sonuçta hepsi babasının parasıyla burada okuyan, istediği her şeye anında sahip olabilen insanlar. Aramızda bulunan birkaç tane burslu öğrenci dışında diğerlerinin düşünecek akılları olduğunu bile zannetmiyorum. Benim ise onlardan farklı olduğum herkes tarafından bilinir. Her ne kadar D.O.H. Şirketinin tek varisi Doh Kyungsoo olsam da çevremde bulunan bütün insanlara her zaman saygıyla yaklaştım. Babamın soyadını hiçbir zaman hak etmediklerimi kazanmak için kullanmadım. Belki de okuldaki hocaların beni bu kadar sevmesinin nedeni onlara her zaman saygıyla yaklaşmamadır. Ya da hepsi soyadımdan korktukları ve işten atılmak istemedikleri için bana iyi davranıyor olabilirler.

Bu saçma düşünceler içinde koridorun sonundaki tuvalete yaklaştığımda içeriden gelen öğürme seslerini fark ettim. Tuvalete girdiğim gibi öğürme sesleri daha da çoğalmıştı. Sesin kimden geldiğini anlamak için kabinlere doğru ilerlediğim zaman klozete adeta yapışmış onunla karşılaşmıştım. Hem ağlıyor hem de kusuyordu. Panikle hareket edip ona doğru koştuğumda başını zorla kaldırıp eliyle durmamı işaret etti. Aldırmadan ona doğru yürüdüm; o ise kendisini benden saklamak için elleriyle başını korudu. Sesi yağmurda kalmış bir kedi gibi titrek ve cılızdı. Ama sözlerindeki ve gözlerindeki korku öyle netti ki..

'Lütfen bana vurma, lütfen vurma yalvarırım' birisi size karşı bana vurma diye korkudan titrese naparsınız bilmiyorum ama ben onun korkusu bana geçmiş gibi yerimde kalakalmıştım. Ona neden zarar vereyim ki..

'Sen iyi.. Sen iyi misin?' korkmamın sırası değildi ve bu çocuğun yardıma ihtiyacı vardı. Ona yaklaşıp ellerimi kollarına doğru götürüp konuşmaya devam ettim 'Neden sana zarar vereyim hem manyak mıyım dostum!' biraz kafasını kaldırıp endişeli gözlerle bana bakmaya çalışsa da tekrar öğürerek klozete doğru kafasını çevirdi. Bu çocuğu arada sırada okulda görüyordum ama dikkatimi hiç çekmemişti. Hafif uzun saçlarını elimle toplayarak biraz rahat nefes almasını amaçlamıştım. Adı neydi bilmiyorum ama her beden dersinde ya da erkeklerin ortak futbol maçlarında kenarda oturup sahayı izleyen çocuktu bu. Zilin gürültülü ve kulak çınlatan sesini duymuş olsam da bu çocuğu bu halde bırakıp gidemezdim. Dersi boşverip önümde acıdan iki büklüm olmuş çocuğu incelemeye devam ettim. Kiloluydu. Sanırım bu yüzden takımlara katılmıyor okul içinde fazla gözükmüyordu. Esmer bir teni vardı ve bunu tamamlayan koyu kahve saçları vardı. Saçları yumuşacıktı. Onu incelemeyi öğürmelerinin kesilmesi ile bıraktım.

'Daha iyi misin hadi revire gitmeliyiz!' koluna girip onu kaldırmaya çalıştığım zaman biraz zorlansam da onu ayağa kaldırabilmiştim. Elini yüzünü yıkadıktan sonra yavaş adımlarla revire doğru yol aldık. Onu taşımakta zorluk çekiyordum ama bir yandan da ağlama sesini duydukça onu bir an önce revire yetiştirmek için daha hızlı yürümeye çalışıyordum. Hemşire bizi görünce ufak bir çığlık attı.

'Ah zavallı çocuk yine mi sen ?!' ne yani bu olay sürekli tekrarlanıyor muydu? Yine de ne demekti ya bu çocuğun kendi ile zoru mu vardı? Onu sedyeye yerleştirdiğimiz zaman hemşire hemen doktora koştu. Doktor Hyeon nunayı tanırdım. Onunda yüzündeki endişe ile karışık acıma duygusunu gördüğüm zaman burada neler döndüğünü, bu çocuğun kim olduğunu öğrenme isteğim daha da büyüyordu. Hyeon nuna bana dönüp 'Ah Kyungsoo demek sen getirdin Jongin'i buraya'. Ah demek adı Jongin'miş. Kafamı sallamakla yetinmiştim. Onlar beni uzaklaştırıp adı Jongin olan çocuğa iğne yapmak için kollarını açtıklarında korktum. Çünkü iğne delikleriyle doluydu her yeri. Onu tanımasam bile endişelenmeme engel olamıyordum. Nunanın işi bitene kadar dışarıda beklemiştim. Hyeon nuna dışarı çıkınca yerimden kalkıp ona doğru yürüdüm.

'Sen derse gitmedin mi neden burada bekledin' onun konuşmasının bitmesini beklemeden söze başladım. 'Onun neyi var nuna?' Hyeon nuna sessizce kafasını eğip bir kolunu omzuma atıp beni bahçeye çıkarttı. 'Kyungsoo bu çocuk kim tanıyor musun?' kafamı sağa sola sallayıp reddettim. İç çekerek konuşmaya başladı. 'Kyungsoo, Jongin bu okulda burslu okuyan bir öğrenci. Ve bu okula gelene kadar çok fazla stres yaşamış yine üniversiteye hazırlanırken de stresiyle baş edememiş. İleri derecede yeme bozukluğu çeken bir arkadaşın sadece. Bunu sana anlatıyorum çünkü ahh..' nuna saçlarını geriye itip sinirli halini yatıştırmaya çalışıyordu. 'Jongin bu lanet okulda senin benim gibiler yüzünden hem burslu oluşu ile hem de vücuduyla alakalı tacize maruz kalıyor Kyungsoo. Kimse onu ne kadar zeki diye tebrik etmiyor o çocuğu herkes hor görmeye çalışıyor. Bedeni yüzünden zorbalığa uğruyor. Son bir haftadır çocuğa sürekli bozuk gıda yediriyorlar yemezse şiddet uyguluyorlar. O da şiddet görmemek için yiyecekleri yiyor fakat sürekli gıda zehirlenmesi geçiriyor. Ne zaman polise bildireyim desem ağlamaya başlıyor.'

Evet haklıydım burası iğrenç bir okuldu. İğrenç insanlarla doluydu ama bu kadar iğrençleşebileceklerini asla düşünmemiştim. Bunu neden yapıyorlardı ki. Anlam bile veremiyordum duyduklarıma. Beni de onlardan sanmıştı. O yüzden korkmuştu demek. Ne diyeceğimi bilememiştim sessizce teneffüs zilinin çalmasını bekledim. Sonra sınıfa gidip sırama oturdum. Hangisi onlardan biriydi acaba. Hangisi Jongin'i bu hale getirmişti. O gün öylece kafamda tonlarca soruyla ve insanlara karşı büyüyen nefretimle, öfkemle başa çıkmam oldukça zordu. Onu görmek istiyordum ama içimden bir ses bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu. Tüm gece oturup olanları düşünmüştüm ve bu işi öylece bırakmayacaktım. En nefret ettiğim şiddetten muzdarip bir çocuğu öylece yalnız bırakmayacaktım.

Ertesi gün yanımdaki birkaç çocuğa Jongin'in adını verdim ve gidip sınıfını bulmalarını söyledim. Burada işler böyle yürüyorsa onlara buranın gerçek sahibinin kim olduğunu hepsine göstermeliydim. Demek burslu diye bir çocuğa eziyet ediyorlardı, onu kendilerinin sandıkları benim okulumda kabul etmiyorlardı öyle mi?! O zaman oyunu onların istediği gibi oynayacaktım. Bir ders sonra çocuklardan biri yanıma gelip 12-G sınıfında Kim Jongin adında bir öğrencinin olduğunu söyledi. Ellerim cebimde söylenen sınıfa doğru yürümeye başlamıştım, yaklaştıkça gürültülü kahkaha atan insanların sesleri geliyordu kulağıma. Bir şey için tezahürat ettikleri çok belliydi. Arka kapıdan sınıfa girdiğim sırada birçok insanın bir sırayı çevrelediğini ve hakaret ederek güldüklerini görmüştüm. O sesi bu iğrenç gürültünün içinde tekrar duymuştum. 'Hayır, lütfen istemiyorum..' ağlıyordu yine. Bu çocuğun sesinin içime ansızın hüznü getirmesine dayanamıyordum. Önümdeki sıraya tekme atarak dikkati üstüme çektiğim zaman sıranın önündeki kalabalık biraz açılmıştı. Artık onu dağılmış saçlarını ve kafasını kollarını tutup sıranın üzerindeki çöp tenekesini yüzüne doğru tutan çocuğu gayet net görebiliyordum. Neden bu kadar sinirlendiğimi bilmiyorum. Ama o aptalın en son hatasının konuşması olduğuna adım kadar emindim. 'Ah Kyungsoo dostum!! Demek eğlencenin kokusunu aldın haaa!!' bana doğru gelen çocuğa asla istifimi bozmadan sakince yürüdüm. Elindeki çöp tenekesi ağzına kadar çürümüş yiyeceklerle doluydu. Yüzümü ekşitmeme engel olmaya çalışmak benim için çok zordu ama başarmıştım. 'Kyungsoo bu keyfi bu seferlik sana bırakıyorum dostum' diyerek sıranın üzerinden indi ve elime tutuşturduğu teneke ile kenara çekildi. O sırada gözüm sürekli o yumuşak saçları çeken ellere kayıyordu. Ortam neşesini tekrar kazanmıştı. Jongin suratıma bile bakmıyordu sadece sessizce ağlamaya devam ediyordu. Bu ıstırap bitsin diye düşünüyordu eminim. Her gün tekrarlanan önceleri korktuğun istemediğin kurtulmak için çırpındığın bu şeyin kaderin olduğunu düşünmeye başladığın zaman sadece bitmesini bekliyordun. Bugün de bitti diyebilmek için canının biraz yanmalıydı. Ama sonra gün sana kalırdı. Senden istediklerini alırlar senden kendi kendini savunma içgüdünü bile alarak kahkahalarına meze yaparlardı. Ama sen bunu engelleyemezdin. Engelleyecek gücünün olmadığını sana kanıtlamışlardı. Haksız bile değiller diye düşündüğün dahi olmuştur eminim Jongin. Çünkü benim de oldu. İçimdeki öfke artık dizginleyemediğim boyuta ulaştı. Hışımla arkamı dönüp az önce tenekeyi bana uzatan çocuğun kafasından aşağı geçirip yere yatırıp yumruklamaya başladım. Etrafta büyük bir uğultu vardı. Birileri yardım diye bağırıyordu. Jongin için yardım istemeyen insanlar kendi saflarındakiler için yardım istiyorlardı. Kendi bok çukurlarında debelenen varlıklardı bunlar. Ne kadar zaman o çocuğu yumrukladım ne kadar zaman o sınıftakilere tehditler savurdum hiç bilmiyorum. Ta ki müdür yardımcısı Bay Minhyuk gelip beni oradan kaldırana kadar. Sınıftan çıkarken Jongin'e bakmıştım. Ona gülümsedim. Bana korkuyla ve endişeyle bakıyordu. Bu bizim hikayemizin başlangıcıydı işte.

Ne Zamandır SendeyimDonde viven las historias. Descúbrelo ahora