17.BÖLÜM| SİMURG

36 4 0
                                    

Keyifli okumalar <3

.............................................

ANKA

Kalan kısımları da burada tamamlarken sırtımı dikleştirip saate baktım. Sabah 07.33. Boynum çok kötü tutulmuştu ama değmişti. İçime çok sinen bir iş olmuştu. Oğuz ve Pusat'ın on saate yakındır uyuması beni şaşırtsa da çok üzerinde durmadım. On saattir bir iki kere kahve almak dışında yerimden kalkmamıştım.

Sırtımı gerdirirken başımın arkasında soğuk metali hissettim. Sonrasında tanımadığım bir erkek sesinin, ''Şşşş.'' demesiyle, bunun bir silahın namlusu olduğunu anlamam geç olmamıştı.

''Merhaba Anka.'' Boğuk çıkan sesiyle yüzünde maske olduğunu tahmin ettim. Anlık olarak kasılan vücuduma dur emrini verdim. Şuan sadece sakin olmalıydım. Sakin ol Anka. Metalin baskısı artarken tekrar konuştu. ''Seninle bir oyun oynamaya karar verdim. Onca zamanın hatrı var nasıl olsa benimle bir oyun oynarsın değil mi?'' Hayır derim.

Bu her kimse benim için buradaydı. Beni kaçıran kişiydi yada dolaylı yoldan bağlantılıydı. Şuan korkmak bana bir şey kazandırmazdı. Evimizde silahlı bir adam vardı. Ne Oğuz ne Pusat uyanacak gibi durmuyordu. İçimden bir ses Pusat ve Oğuz'un uyanmama sebebinin arkamdaki adam olduğunu söylüyordu.  Oğuz'u geçtim Pusat bunca saati uyuyarak geçirecek bir adam değildi. Yavaşça yutkundum ancak odanın duvarlarına vurup kulağıma çarpan ses bunu çok sesli yaptığımı bana belli etti. Kimsin sen? Ne istiyorsun benden gibi soruları es geçtim. Bu adam her kimse onu oyalamaktan başka çarem yoktu.

Titremesinden korktuğum sesimle, ''Benimle ne gibi bir oyun oynayabilirsin ki?'' Harika bir cümle olmasa da idare ederdi.

Arkamdaki adam güçlü bir kahkaha attı. Gülerken elinde titreşen silah başıma baskı yapıyordu. Ekranı kararan  bilgisayarla arkadaki adamın silüeti bilgisayara yansıdı. Başına kapüşonlusunun şapkasını geçirmişti. Bunundan aşağı boynuna kadar kapatan siyah bir bez vardı. Ben onu incelerken iğrenç kahkahasını durdurup tekrar konuşmaya başladı. 

''Anka.. Anka.. Anka.. O kadar uzun zamandır seni izliyorum ki...O kadar güzelsin ki. Aklından geçen her bir kelimeyi biliyorum küçüğüm.'' Kurduğu cümleden tek anladığım beni kaçıran insanın ta kendisinin şuan arkamda başıma silah dayıyor olduğuydu. Diğer söyledikleri midemi bulandırmaktan başka bir şey yapmadı. İçimden ona kadar sayıp sakinleşmeyi bekledim. Yapacağım şey delilikti belki ama yaptım. Birden bire ayağa kalkıp adama döndüm. Yanlış bir hareketle kalktığım için dizimin sehpaya vurmasıyla salonda tok bir ses çıktı. Ancak iyiydim. Yansımasından az çok gördüğüm gibiydi. 

Yüzünde görünen tek yeri gözleriydi. Yüzünde bir maske yoktu aksine siyah bir bezle tüm yüzü ve boynu  sarılmıştı. Bedeni dinçti. Genç biriydi en fazla otuz yaşında olmalıydı. Şaşkınca bakan gözleri hatıralarımdaki gibi buz mavisiydi. Ancak sol gözünde derin bir yanık izi vardı. Hatıralarımda bu yanık izinin varlığı yoktu. Yüzünde yanık olan birini tanımıyordum. 

''Kimsin lan sen? Ne istiyorsun benden? '' bu ses bana aitti.

Gözlerine bir ışıltı yayıldı. Gözleri gülüyordu. ''Hiç yakışıyor mu sana böyle kelimeler. Yakıştıramadım. Kullanma bir daha.'' Bana doğrulttuğu silahtan bir kurşun çıkacağına inanmıyordum.

Kaşlarım alayla havaya kalktı.

 Gözlerinde yine şaşkınca bir ifade gördüğüme emindim. Belki deli cesaretiydi belki de kullandığım son kelimelerdi. O yüzden bari cesur olayım. Yaşadığım ne varsa değsin istiyordum. En azından son kez Pusat'ı göremez miydim? İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Onu yeniden kaybolmamla korkutmak istemiyordum. Çünkü bu sefer sadece korkmaz aynı zamanda çok üzülürdü.  İşte bu yüzden bu adama bu şansı vermeyecektim. Beni ne korkutabilecekti ne de tekrar o deliğe hapsedecekti.

PUSATWhere stories live. Discover now