DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1.9K 125 265
                                    

İncinmiş kalpler

Kırık kanatlar

Ölüm kokan ruhlar

Çökmüş bedenler

Yarım kalmış kalp

Kanayan yaralar

Kuruyan göz pınarları

Acıyan gözaltları

Bir sokak lambası olsun kalbim, bir saati olsun o lambanın, kimine sönsün, kimine yansın ama sana hep yansın.

Başını yasladığın yastık mı biliyor bütün acılarını yoksa kalbin mi? Kim ağlatıyor seni, o mu yoksa kalbindeki tarifsiz acı mı? Beni sever misin demek kadar zordur, bir kalpten vazgeçmek. Aklın ondan vazgeç dese de kalbin sana her zaman onun adını sayıklar. Zaten hep öyle olmaz mı? Kalp yerine aklımızla hareket etseydik hep kazanmaz mıydık? Bir kere de aklımızı dinleyip, kalbimizi sustursaydık acılarımızı da öldürebilirdik, bunu yapabilirdik.

Evden çıktığımda dün ki turnuvanın yorgunluğunu üstümden atamamıştım. Ada bugün geç gelecekti okula, bu yüzden otobüs durağına tek başıma ilerledim. Dün yanıma bırakılan pakette yeşil çay vardı. Kalp ağrısına iyi geliyordu, arada oturup içerdim. İsim yazmıyordu sadece bir not vardı. Notta ise; yeşil çay iyi gelir derler, bunlar senin. Onları iç. Ben düzenli olarak kullanıyorum. Ağrıyı azaltır gibi oluyor. Hem sağlıklı hem de kalbine iyi gelir. Kırılmadıysa tabi.. Notu kimin yazdığını asla bilmiyordum. Asrın olamazdı. Nottaki kişi düzenli olarak kullandığını ve ağrıyı azalttığını yazmış. Asrın'ın hastalığı yoktu. Ayrıca notu okuduktan sonra verebildiğim tepki sadece gergince yutkunmak olmuştu.

Düşünmeyi bırakıp serin havaya bıraktım nefesimi. Gelen otobüse binerken Asrın bugün otobüste yoktu. Kaşlarım çatıldı mutsuzca. Okula gelmeyecek miydi? Onun devamsızlık yaptığını hiç görmemiştim. Elim boynumdaki kolyeye giderken yüzümde ufak bir tebessüm oluştu

Ada'yla turnuva çıkışı otobüste pek konuşmadık. Hem arkamızda oturanlar yüzündendi hem de benim keyfim yoktu. Başımı cama yaslamış eve gelene kadar müzik dinlemiştim. Ada birkaç kere konuşmayı teklif etmişti ama halim olmadığını ve iyi hissetmediğimi söyleyip konuyu kapatmıştım. Anlaşılan konuşacak çok konumuz vardı. Sabah sabah arayıp geç geleceğini, ancak öğle arasında onun dilinden kurtulamayacağımı bildiren birkaç ikaz almıştım.

Kolyenin ucuyla oynamayı bırakıp önüme döndüm. Kulaklığımdaki müzik değişti. İnsanları süzerken, sıkıntıyla okula geldiğimi fark edince duran otobüsten indim. Okula yürürken insanların tebrik olaylarından kaçmak için hızla yukarı çıktım.

Başımı kollarımın üzerinden sıraya yaslayıp uyumayı tercih ettim. Ellerim yara bantlarıyla doluydu. Ok çekmekten kanayan parmaklarım bile ağrıyordu neredeyse. Birinin ilk iki ders boş diyişini duydum. İşime gelirdi Ada'da birazdan burada olurdu, o gelene kadar uyursam şanslıydım.

"Liya! Uyuduysan gebertirim seni." sıkıntıyla gözlerimi açtım. Başımı kaldırıp Ada'ya baktım.

"İzin verseydin uyuyacaktım, Ada." tatlı tatlı gülümseyip, sinirime karşı göz devirdi.

"Öğle arasını bekleyemem, ders de boşmuş hadi aşağı inelim." Reddetme hakkına sahip olmadığımı bildiğimden isteksiz bir şekilde kalktım. Üstümde inanılmaz bir ağırlık vardı. Göğsüm ağrıyor gibiydi. Dün duştan çıktıktan sonra camları biraz oda havalansın diye açıp yatağa atmıştım kendimi. Uyuduğumda bıraktığım açık cam ve üzerimi örtmemenin cezası olabilirdi. Kantine inip kahve aldıktan sonra bahçeye çıktık. Elimdeki kahveyle bahçede dolanırken yanımdaki Ada sorularına başlamıştı. Pek de anlatacak güçte değildim. Ayaklarım resmen geri geri gidiyordu. Ön bahçeye tekrar gelmemizle banka ilerledik.

Lotus ÇiçeğiOnde histórias criam vida. Descubra agora