SEKİZİNCİ BÖLÜM

1.4K 95 189
                                    

Sarı ışıklar, tozpembe hayatlar. Hiçbiri siyah bir kalp kadar gerçek değil.

İnsanlar ikiye ayrılır; siyahlar ve beyazlar. Kimse gri değildir ya siyahtır ya da beyaz. Beyaza dokundurduğun siyahla, o beyaz mahvolur. Ama siyah için aynı şey geçerli değildir. Siyaha, beyaz dokununca siyah onu görmezden gelebilir. Kötü bir insan iyilik yapınca iyi birisi olmaz. Ancak iyi bir insan kötülük yapınca mahvolur. Adalet bu değildi adalet, duygularda da geçerli olabilseydi, her acı çeken mutlu, her mutlu acı çekmezdi. Adalet bu değildi. Adalet, eğer gülüyorsan biraz da ağla demek değildi. Herkes mutlu olabilseydi belki inanılırdı her şeyin eşit olduğuna.

İçine sığmayan tek bir duygu vardır bir insan için, o da; kalbin acısıdır. Nefes alsan geçmez, yatıp dinlensen geçmez. Mahkûmsundur o acıyı hissetmeye. Tutsak olmuşsundur o duygunun kafesine. Parmaklıkları arasından nefes alabiliyorsundur ama aldığın her nefes batıyordur. Her şeyin karşılığı var dedikleri buydu belki de. Mutlu olduğun kadar, acısını da dibine kadar yaşamalıydın.

Göğüs kafesini bir kafes olarak düşün. Kalbin var içinde. Atıyor, nefes almana yardım ediyor ama aynı zamanda da acı veriyor. Eğer kalbini yok edersen ölürsün ama yaşarken de o acı seni öldürür. Bu durumda ölmek mi daha mantıklıydı yoksa yaşayıp da kalbinin salgıladığı acının seni öldürmesini beklemek mi?

İnsanları kalbimizden veya aklımızdan çıkarabilseydik mesela, bunu yapabilir miydik? İnsanlardan vazgeçebilir miydik? Bilinmez belki ama acıya rağmen severdik. Acı hormonunun; aşka, sevgiye aç olan kalple yarıştırmak, sonunun büyük merakla bekleneceği bir filmin sonuydu. Ters köşe yapılabilirdi. Yüzlerce son bulunabilirdi. Sadece en belirgin son; acının seni öldürmesi, sevginin mağlup gelmesiydi.

Gece yarısı çalan telefonla gözlerim açıldığında, hafiften panik oldum. Gece çalan telefonlardan her zaman korkmuşumdur. Özellikle arayan Asrın olunca, sakinleşip telefonu açtım.

"Alo?"

"Gecenin bu saatinde uyandırdım galiba. Özür dilerim." hala içimden kötü bir şeyin olmamış olması için dua ediyordum.

"Önemli değil. Bir sorun mu var?" bir süre sustu. Sanki bir şey var da söyleyemiyordu.

"Yani galiba var." dedi.

"İyi misin? Ne oldu?" yatakta hızla biraz daha doğruldum. Telaşlanmam üzerine hızla konuşup, "İyiyim, sakin ol. Biraz ateşim var, ayağa kalkınca başım dönüyor. Kuzey ve Demir de bir halt bilmiyorlar" daha fazla telaşlanmama sebep oldu bu durum. Gitse miydim yanında?

"Gelmemi ister misin?" dedim ani bir cesaretle.

"Bende gelme şansın var mı diye soracaktım ya da en azından ne yapabileceğimi söyler misin?" ateşi vardı ve hastaydı kendine bakamayacağı sesinden bile belliydi. Kuzey ve Demir ne halta yarıyorlardı acaba?

"Geliyorum bekle." cevabını beklemeden telefonu kapattım. Annem evde yoktu açıkçası korkuyordum. Ellerim hafiften titrerken telefonu açıp Asrın'ı geri aradım. Çaldı ve daha yeni aramama rağmen hemen açtı.

"Liya? Bir sorun mu var?" sesi telaşlı çıkınca evden çıkarken hemen konuşmaya başlayıp, "Hayır, tek başıma karanlıkta duramıyorum. Sokaklar sessiz, en azından gelene kadar konuşabilir miyiz?" kapıyı kilitlerken arkamı kontrol ettim. Fazla karanlık değil miydi? Yoksa ben mi kafamda kuruyordum?

"Liya, korkuyorsan hiç gelme."

"Yok yok, iyiyim. Sadece telefonu kapatma." nefesinin sesini duysam bile yeterdi.

"Tamam, konuşabiliriz sessiz durmana gerek yok. Mesela, sana meydan okumak istiyorum." diğer sokağa girip yürürken güldüm. Sesi yorgundu ve bu beni üzüyordu.

Lotus ÇiçeğiWhere stories live. Discover now