ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1.4K 101 126
                                    

Bazı kaçışlar, çıkmaza çıkar.

Bazı anlar var, insanlardan fazlasıyla uzaklaşıp onlardan soğuduğun bir an. Öyle bir an ki, spru soranlara öfke besliyorum, bir şeyleri dinlemek istemiyorum. Kimseyle konuşmak istemiyorum. Her an herkese patlamaya hazır bir bomba gibi oluyorum, durgunlaşan ama dokunsan ağlayacak gibi. Cümleleri yutmanın verdiği o kötü hissi tarif edemezsin.

Bakarsın ben sevmem seni. Ama kırmam da. Belki
Umut insanı yakardı. Umut insanın çelişkide kaldığı bir durumda iyimser düşündüğü tarafıydı

Kalbimin yarısını ona vermiştim, belki de hepsini. Bilemiyorum. Sonuna kadar indiğim bir dipsiz kuyudayım sanki. Sağıma dönüyorum duvar soluma dönüyorum duvar. O kuyu, hemde bir çıkmaz sokak. Benim çıkmazım.

Çığlık çığlığa biten turnuvadan sonra terlemistim ve nefes nefese kalmıştım. Kazanmıştık ve son atışı ben yapmıştım. Göğsüm hızla inip kalkarken nefes alamıyordum.

Herkesin çığlıkları biterken Asrın tereddütle bana baktı, başımı salladığımda bana sarıldı. Sırtımı okşarken saçlarımı öptü.

"Kazandık, bitti." başımı salladım sevinerek. Omzumu öptü geri çekilince Nida geldi, elini uzattı heyecanla. Elini yavaşça tutup gülümsedim. Oktay hoca yanımıza gelirken Gediz hocayla göz göze geldim. Göz kırpıp başıyla Oktay hocayı gösterince gerginliği anlamaya çalıştım.

"Aferin çocuklar," dedi. Sunucu bizi çağırdığında karşı tarafın oyuncularıyla el sıkıştık, onları da tebrik ettikten sonra ödülü Asrın'a verilirken mutlulukla onu izledim. Konuşma sonrası artık otele gidip yatıp akşam gideceğimiz saatini beklemek istiyordum.

Yarışma bittiğinde herkes dağılırken biz de otele doğru ilerledik, otele gidecek olan araca bindiğimiz de sessizlik esir almıştı hepimizi. Yorulmuştuk ve bugün eve gideceğimiz için de mutluyduk.

Yol çok sürmediği için 15-20 dakika sonra araçtan indik. Hocalarımız da indiğinde biz odalara çıkarken hazırlanmamızı söylediler.

Odamın kapısının önünde durdum Asrın da, duş alıp yatacaktı birkaç saat, bende duş alıp uyuyamasam da dinlenmeyi düşünüyordum.

Odama girip yayımı kenara bıraktım. Birkaç kıyafet alıp banyoya ilerledim, suyu açtım. Üstümdekilerden kurtulup, suyun altına girdiğimde nefesimi bıraktım. Saçlarımı yıkamadan biraz suyun altında bekledim. Ilık su ağrılarımı biraz alıyordu. Hızlıca duşumu alıp çıktım. Siyah şortumu ve beyaz crop giyip kendimi yatağa attım. Aşırı sıcaktı hava.

Yatakta yatarken dışarıyı izledim. Hava lacivert rengine bürünmüştü. Yıldızların sayısı fazlaydı ve çok net görünüyordu. Bizim evin balkonundan baksam göremeyeceğim kadar yıldız görüyordum şu an.

Küçükken annem beni sahile götürdüğünde, denizin gökyüzünü taklit ettiğini düşünürdüm. Geceleri gökyüzü karanlık diye, denizin suyunun da o yüzden mavi olmadığını, siyahmış gibi göründüğünü düşünürdüm. Gündüzleri de gökyüzü mavi diye, denizin de kıskançlık yapıp mavi olduğunu söyleyip dururdum kendi kendime. Ancak suya elimi sokup avucuma aldığım deniz suyunun rengi siyah olmayınca, neden böyle olduğuna da anlam veremiyordum.

Saat şu an akşam yediye geliyordu. Gece on iki de uçağımız vardı birazdan çıkacaktık büyük ihtimalle. Turnuva beş buçuk gibi bitmişti.

Eşyalarımı doldurdum çantama tek bir şey bırakmamak için birkaç kere kontrol ettim. Kahve yapmak için mutfağa gittim. Mutfağı çok güzeldi, duvarları tavanı siyah ve kenarlarında ışıklandırmaları vardı. Işıklar hafif sarı ve beyaz karışımı bir renkti. Tezgahı beyaz ve köşe evyeli şeklindeydi. En köşesinde kahve makinesi, bıçaklar falan vardı.

Lotus ÇiçeğiWhere stories live. Discover now