ALTINCI BÖLÜM

1.5K 104 125
                                    

Kalbimdeki yaralara merhem olacak kadar güzelken, yangın olacak kadar da tehlikeliydin.

Kum saatinin yan durduğunu düşün. Ne zaman akıyor, ne bir şey. Sonra o kum saatini dik koyduğunu düşün. Zaman yavaş yavaş değil, anlayamadığın şekilde hızlı akıyor. Bazen sanki nefes alamıyorsun. Birinin boğazını sıktığını hissediyorsun. Soluk borundan o nefes ne yukarı çıkıyor, ne de dışarıdan içeri girebiliyor.

Dizlerinin titreyişi, kalbinin atışı kadar çaresiz. Attığın her yanlış adım görünmez olmak kadar iğneleyeyici. Dudaklarının arasındaki iki cümleye muhtaç olacak kadar aciz olmaksa aşk, ne aciz olmak istenirdi ne de çaresiz. Parmak boğumların acıdan kanarken, onlara yara bandı yapıştırıp görmezden gelebiliyorken, kalbimizde de açılan o büyük dikişlik yarayı görmezden geliyorduk. Soranlara iyiyim derken içimizdeki fırtınaya sessiz ol diyorduk.

Soğuktan üşüyen ellerimle, ellerimi ceketin içine soktum. Siyah kısa saçlarımın üzerindeki siyah bere beni ısıtmıyordu. Ağaçların arasından, yerdeki çalıların üzerine basarak geçtim. Donuk bir ifadeden başka bir şey yoktu yüzümde. Arka taraftan, kulaklığıma aktarılan müzik de Perdenin Ardındakiler - Uzaklara Savrulalım çalıyordu. Burnumu çektim. Umarım hasta olmazdım.

Kar yağacakmış gibi soğuk vardı ve bu içime bile işliyordu. Uzuvlarımdaki donma hissiyle irkildim. Ormana girdiğimden beri 10 dakikadır yürüyordum. Daha fazla yürümek istemedim zaten halimde kalmamıştı, yanımdaki ağacın dibine çöktüm. Dizlerimi kendime çektim başımı ağaca yasladım.

Telefonum artık kaçıncı kez olduğunu bilmediğim bir şekilde tekrar çalmaya başladı. Ada arıyordu 10 kere aramış olmasına rağmen ne mesajlarına ne aramalarıma cevap vermiştim. Gökyüzünü izliyordum ve hava gittikçe çok daha karanlık hale geliyordu. Müzik durdu. Telefonum çalıyordu.

Asrın arıyor...

Kalbim ağzıma gelse de reddettim. Müzik çalmaya devam ediyordu. Seslice yutkundum. Yutkunmak bile bir hayli zor olmuştu.

Telefon tekrar çalınca sesli bir nefes verdim. Telefonu açar açmaz konuşmama izin vermeyen Asrın konuşmaya başladı.

"Neredesin sen? İki saattir seni arıyoruz!" yüksek sesine karşılık vermek yerine sessizce konuşup "Aramayın" dedim sakince sert sesine karşılık.

"Liya. Neredesin sen? Çabuk söyle gelip alacağım seni." burnumu çektim. Hasta olacak gibiydim.

"Çocuk olmak suç mu?" Sessizlik oluştu. Her ne kadar tepkisiz dursam da gözümden düşen yaşı hırsla sildim.

"Liya iyi misin sen? Neredesin?"

"Beni gelip alır mısın cidden?" Artık dudaklarım titriyordu, boğazıma oturan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım. Susmamı içimden tekrar etsem de burada o kadar savunmasızdım ki dudaklarımı kapatıp susamıyordum. Sadece konuşup birilerine anlatmak istiyordum. Burnumu çektim tekrardan.

Ellerim buz kesmişti. Telefonu tutmak oldukça güçtü. Bacaklarımı saran kotuma bile işleyen soğuk kendini açıkça belli ederek evden çıkmamam gerektiğini anlatıyordu adeta.

"Liya güzelim yerini söyle gelip alacağım seni. Lütfen."

"Söz mü?" gözyaşlarım peş peşe akarken titreyen sesime bile acıdım. Ben bile kendime üzülüyordum. Buraya gelmek en büyük hatam olmuştu. Yaralarımı kanatıyordum ancak kendimi burada bulmuştum.

"Kahretsin! Liya neredesin?" O bağırırken, yüzüncü kez burnumu çektim.

"Söz ver!" bu sözüne, ona inanmak için ihtiyacım vardı. Asrın'ın hızlı nefes alışını duydum. Dışarı da mıydı? Beni mi arıyordu?

Lotus ÇiçeğiKde žijí příběhy. Začni objevovat