ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1.3K 85 174
                                    

Kalbinin kırıklarından öperim seni. Belki iyileşir.

Birini seversen ya bakışlarında bir sey vardır ya da kalbinde. Sen birini seçer, birine aşık olur, birini seversin. En ufak hareketi mutlu eder bazen. Göz göze gelince içindeki kelebek ses çıkarmasın diye adeta onlarla savaşırsın. Kalp bu, saklasan da, olmasın diye denesen de o kalp birine bağlanıyor ve kalbin saatlerce ona karşı beslediği hisleri yutuyor, sen ise aklınla konuşup olumsuz düşüncelerin ellerinden tutuyorsun.

Düşünceler değildi intihar sebebi, kırılmışlıklardı.

İniş saatimiz gelmişti birazdan inecektik. Bütün yol boyunca uyumuştum ki Asrın da bana sarılıp uyumuştu. Yolda gereksiz strese girdiğim için Asrın en son çareyi uyumamda bulmuştu, inis saatine doğru kendisi kalkıp beni de kaldırmıştı, şimdi de iniş yapacaktık. Asrın'ın elini tutunca sıkıca tuttu.

Kemerlerimizi sıkıca taktık, iniş yaparken içim kötü oldu. Asrın kolunu uzatıp benim camıma doğru koydu, yani kolunu önüme koyup sanki bir şey olurmuş da korumak istiyormuş gibi duruyordu. Gülümsedim bu hareketine.

"Sakin ol, hızlı nefes alıyorsun." dedi.

"Korktuğum için olabilir mi sence?" dedim. Uçak indiği anda rahatladım. Hafif sarsıldık ve bu beni dehşet şekilde gerdi. İniş yaptığımızdan emin olunca rahatça nefesimi bıraktım.

"Çocuklar yavaşcana inip eşyalarınızı alın, birbirinizden ayrılmayın. Yanınıza geleceğim." dedi Gediz Hoca. Başımızı salladık. Asrın elimi tuttu uçaktan inerken sıkıca tutundum eline. Eşyalarımızı aldık yanımıza diğerleri de gelirken hepsi strese girmiş gibiydi.

Yabancı bir ülkenin yabancısıydık.

"Liya, ben strese giriyorum ya," dedi Nida.

"Saçmalama, hocalar var yanımızda sakin ol." Hocalarımız geldiğinde bizim çok fazla ileri seviye olmayan ingilizcemizle beraber anlaşmaya çalışıp, otele giderken bir arabaya bindik, antrenörümüz ne derse onu yapıyorduk. Etrafa bakarken heyecanla camdan dışarıyı izledim. Asrın'da benimle beraber izliyordu.

"Çok güzel," dedim. Başını salladı. Bir tane otelin önüne geldiğimizde ben hala buranın mükemmelliğini izlemekle meşguldüm.

Amerika hep ufak hayallerim arasında sıkışan bir olasılıktı. Geleceğimi hiç düşünmezdim, hele ki Asrın'la geleceğimi düşünmeyi bırak hayal bile etmemiştim.

"Liya, gel kaybolma gelir gelmez." gülerek benden birkaç adım uzağımda olan Asrın'ın yanına gidip kolunu tuttum.

"Şimdi sizi odalara yerleştirelim, bugün dinlenin yarın çalışırız, odalara yerleşip aşağı katlarda yemek yiyebileceğiniz yerler var." başımızı salladık. Hepimize ayrı ayrı odalara yerleştirdiler.

Nida, Ege'yle beraber asansöre ilerlerken Ulaş da onlara yetişti. Asrın, elimi sıkıca kavrayıp ilerlerken oteli inceliyordum.

Kaç katlı olduğunu anlamasam da yüksek olduğu belliydi. Asansöre ilerlerken Asrın'ın ciddi bakışlarına somurttum. Hepimiz asansöre binince Ulaş, beşinci kat düğmesine bastı.

"Ben geriliyorum tanımıyoruz kimseyi de." dedi Ege.

"Bir hafta tadını çıkar Ege, sanki düzenli olarak geliyormuşuz gibi," biz gülerken Ege, Ulaş'ın omzuna vurdu.

"Bence de keyfinize bakın, çok muhabbete girmezsiniz kimseyle, olur biter." dedi Asrın. Asansör durunca indik. Uzun beyaz gri duvarları olan koridorda yürüyüp odalarımızı ararken, odaya girip çantamı atmak için sabırsızlanıyordum.

Lotus ÇiçeğiWhere stories live. Discover now