Bölüm 22

42 8 5
                                    

Apartmana girmiştik, onun kapısının önünde durduğumuzda ellerimi bir an olsun bırakmıyordu. Yürüdüm, ellerimi beline doladım ve ona sarıldım. O da hemen sırtımı okşamaya başladı. Bir süre öyle kaldık daha sonra ayrıldık, fakat ellerimiz hala birbirindeydi. Biraz uzaklaştım ondan,  sonra ;

-"Ben gidiyorum." dedim.

-"Tamam," dedi. "bir şey olursa haber ver, seni seviyorum mon amour!"

"-Tamam," dedim. "ben de seni..."  Arkamı döndüğümde küçük kızı dinlediğim için kendime aferin diyordum. "Küçük kız kim?" derseniz, çocukluğumu kastediyorum.

Eve girdim, anahtarları kapının yanına bıraktım ve üzerimi değiştirip, yemek yapmaya koyuldum... Yemek işleri bittikten sonra, salondaki koltuğuma yerleştim ve elime kitabımı alıp, kendimi sayfaların dünyasına hapsettim.
                                    ***
Saat altıda gözlerimi açtığımda anladım uyuduğumu. Banyoya gidip, uykumu soğuk su ile açmaya çalıştım. Sonra mutfağa ilerleyip, kapalı duran kekten bir dilim kestim ve gözlerimi kapatıp, büyük bir iştahla ağzıma attım. Sonra odama geçip biraz senaryo okudum. Tabii ki biraz,canım. Alt tarafı elimden bıraktığımda saat 21.30'du yani çok değil ki!

Neyse, senaryoyu bırakıp yatağımı açtım ve ince battaniyemin altına girdim. Huzurlu bir uyku uyuyacağımı sanıyordum. Ama, sanıyordum işte sadece...

Gece gözlerimi "Anne!" diye bağırarak açtığımda kan ter içinde kalmıştım. Yine o lanet kabuslar diye düşündüm.

Nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

"-Al, ver, Berce. Al, ver." diye diye nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sonra komodindeki gece lambamı açtım ve banyoya ilerleyip, yüzümü yıkadım. Geri yatağa döndüğümde ışığı kapatmadan gözlerimi kapadım, ama nafile. Gözümün önündeydi yine...

Odamdan çıkıyordum, ve babamın annemi dolap ile  kendi arasına sıkıştırıp, kötü sözler ettiğini duyuyordum. Daha sonra, yine onları susturmaya çalışıyordum. Çünkü bana öyle söylüyorlardı. En son babam;

"Berce, kes sesini!" diye bana bağırarak üzerime yürüdüğünde korkudan, kapıyı açıp, çıplak ayaklarımla komşumuzun kapısına dayanıyordum.

Sessiz sessiz ağlamaya başladım. Babama olan sinirimi yastıktan çıkarmak istercesine yastığı sıkıyordum. Daha sonra, bu böyle olmayacak, diye düşünüp kapıya ilerledim. Terliklerimi giyip, Andreas'ın katına gittim.

Kapısını çaldım, şanslıydım ki çok beklemedim. Hemen kapıyı açtı. Gözlerimden yaşlar düşerken kendimi direkt onun kollarına ittim.  Sorgulamadan beni kollarına aldı ve kapıyı kapattı. Gözyaşlarım tişörtünü ıslatıyordu ama bir an olsun bir şey söylemedi. Onun göğsünde ağladım, ağladım, ağladım...

Başım göğsünde yürümeye başladığımızda bana;

-"Ne oldu birtanem?" dedi.

Derin bir nefes aldım ve;

"-Kabus gördüm." dedim. " Uyumaya çalıştım ama gözümün önünden gitmedi. Çok korktum, sana geldim. "

Beni salonundaki tekli koltuğa oturtup, önüme eğildi.  Elimi tutup, dudaklarına götürdü ve derin bir nefes alıp, usulca bir öpücük kondurdu. Daha sonra elleri, gözyaşlarımı sildi ve;

"-Yanındayım,yalnız değilsin."dedi. Sonra ellerimi okşadı. "Şimdi o küçük kızın ellerini okşuyorum ve ona diyorum ki;

"Korkma artık. Savaş veriyorsun kendi içinde, biliyorum. Kimse seni görmüyor, biliyorum. Ama artık yalnız savaşmıyorsun, güzel kız. Ben senin için hep burada olacağım." dedi parmağını kalbime dokundurarak. 

Yere oturdum, ve kollarımı boynuna sardım.

Onda bir şey vardı, beni sakinleştiren bir şey... acaba bu, "güven" duygusu olabilir miydi?

Fısıldadım;

"Sana inanıyorum, sana gerçekten güveniyorum. Seni çok seviyorum, küçük çocuk." dedim çocukluğunu kastederek. Farklı şartlarda olsa da, o da bir sebepten yalnız büyümüştü...

Shakespeare'in bir sözü var bilir misiniz?
İnsan yarası yarasına denk geleni severmiş."

Bizim yaralarımız denk geliyordu...

Selamlarr! Bölüm hakkında düşüncelerinizi yazmayı unutmayın!  Andreas'ın Berceste'nin kalbini işaret etmesine kalbimi bırakıyorum...

GEÇMİŞİN SANCISI Where stories live. Discover now