Müge Anlı çağırma çemberleri

1.4K 172 43
                                    

Hani bazı anlar olurdu bundan daha kötüsü olamaz derdiniz ve hemen sonrasında daha kötüsü olurdu. Hah, bildiniz mi o çaresizliği? Hırsız olmamdan daha kötüsü ne olabilir diyordum ki çocuk hırsızı olduğumu öğrenmiştim.

Hâlâ beynimin bir yerlerinde bir taraflar reddetmeye çalışıyor, bunun çocuk hırsızı olduğumu kanıtlamak için yetersiz olduğunu söylüyordu. Ancak daha fazla üstelemenin anlamı yoktu. Bu çocuğu kaçırmıştım, annesi değildim. Muhtemelen iyi bir paraya da satacaktım. Yani kaçak çocuk satıyordum.

Dürüst olmak gerekirse aldatılmış ve haksızlığa uğramış hissediyorum. Olabileceğim o kadar şey arasından, gerçekten bir çocuk taciri mi olmuştum? Bu reenkarne işleri ile ilgilenen kimse bana bir garezi olduğu belliydi.

Yani bir dükün karısı, kralın kızı ya da en azından rahibe olabilecekken neden insan taciriydim? Önceki hayatımda atom bombasını ya da düşük bel pantolonu icat etmediğime de eminim üstelik!

Bana her zaman insanlığın bulduğu en kötü ilk şey düşük bel pantolon gibi gelirdi. İkincisi de atom bombası ancak laf aramızda kalsın ondan pek emin değilim. Yani gerçekten özenle hayatımda bu yanlışlardan uzak durmuşken gerçekten hak ettiğim ikinci hayat bu muydu?

"Öhö öh!" Kaçırdığım çocuğun öksürük sesleri ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Şimdi aklıma geldi de, bu çocuğun adı neydi?

"Adın ne?" Odada gezdirdiği gözlerini gözlerime sabitlediğinde yine bana anlamlandıramadığım bir şekilde bakıyordu. Hani biraz mal mı desem bilemedim...

"Vincent." Kısık sesiyle ismini söylediğinde 'Ben de 50' dememek için tüm gücümle savaştım.

"Sana Vini diyeceğim Vincent'ın anısı var." Öldüğümde, 50 cent 7 lira 20 kuruştu...

"Senin adın ne?" Gerçekten sormasını beklemediğimden boşluğuma geldi.

"Hayalet- eee Hayal yani Rév adım." Burada konuşulan dilde Rév hayal demekti. Buradaki dili nasıl bildiğime gelirsek... muhtemelen torpilli olduğum tek konuydu.

Vini mavi gözlerini dikmiş bana bakarken yavaşça kafasını salladı. Ardından odayı derin bir sessizlik kapladı.

Size önceki hayatımda evden çıkmadığımı söylemiştim değil mi? Bence buradan sosyal biri olmadığımı ve arkadaşlarımla olan buluşmaya gitmemek için farklı bir bahane uydurduğumu da çıkarmışsınızdır. Yani gerçekten sosyal değildim ve insanlardan kaçıyordum. Hatta sosyal anksiyetem vardı bile diyebilirim. İlk başta her şey normaldi ama sonrasında nasıl olduysa evden çıkmadıkça dışarıdaki hayattan uzaklaşmıştım. Basit konuşmalar ve herhangi bir etkileşim bile canımı sıkıyordu. Sosyal etkileşimlerden nefret ediyordum.

Yani benim gibi sosyal açıdan gergin birisi için şu an tanımadığı küçük bir çocukla derin bir sessizlik içinde oturtmak işkence gibiydi. Bunun yerine pilava ketçap sıkıp yiyebilirdim. Ya da çorapla ıslak tuvalet terliklerine basabilirdim. Evet, bunu göze alırdım.

"Hâlâ canın acıyor mu?" Sessizliği yeni bir soru sorarak bozmaya karar verdim yoksa bir süre sonra çığlıklarımla bozulmuş olacaktı.

Konuşmak yerine yine kafasını sallamayı tercih etti. Kafasını sallayışı ile küçük sarı tutamlar yüzüne çarpıyordu ve ortaya hayal edilebilenden çok daha tatlı bir manzara çıkıyordu. İstemsizce içimin ısınmasını engelleyemedim. Belki de çocuklar o kadar da sinir bozucu değildir...

Gülümseyerek derin bir nefes almamla yüzümün düşmesi bir oldu.

Büyük bir sorun vardı. Bu çocuk kötü kokuyordu!

Hayalet kız, cep problem ve var olmayan babasıOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz