2.BÖLÜM - SOĞUK ODA

173 20 12
                                    

Oktay ile aşk yuvaları olan 41 numaralı çelik kapının önünde, karanlığın içinde beklerken Zehra'nın aklına kapının açık olmasına ilişkin iki ihtimal gelmişti. Ya Oktay dışarı çıkmıştı ya da akşam eve geldiği vakit kapıyı açık unutmuştu. İkinci ihtimal aklına daha yatkın geliyordu. Çünkü Oktay, gecenin bu saatinde dışarı çıkıp ne yapacaktı?

İş dönüşü eve girdikten sonra Oktay kapıyı itmiş ancak kapanıp kapanmadığını kontrol etmeye üşenmiş olmalıydı. Sonuçta da kapı açık kalmıştı.

Hole girdi. Çantasını askıya asarken:

"Oktay aşkım. Kapıyı açık unutmuşsun. Bak fare girerse veririm eline sopayı kovalarsın."

Paltosunu astı ama kocasından cevap gelmedi. Ayakkabılarını çıkartırken:

"Aşkım. Oktay?"

Yine cevap gelmedi. Apartman yönetimi asansör tamiri konusunda berbat olsada kaloriferi iyi yakıyorlardı. İçerisi fırın gibi sıcaktı ve bugün 2 iş toplantısına katılan Oktay o yorgunluğun üstüne bu sıcakta eklenince, en etkili ilaçlardan beter uykusuna yenik düşmüş olmalıydı. Kesin yine salonda televizyonun karşısında uyuya kalmıştı. Biraz daha yüksek tonda seslense kocasının uyanacağına emindi ama onu öperek kendisi uyandırmak istiyordu.

Gülümseyen Zehra, elbiselerini çıkarmak için el yordamı ile yatak odasına giden uzun koridora doğru yürümeye başladı ama birkaç adım sonra durdu. Koridor çok karanlıktı. Şimdi bu karanlıkta yürümek zahmetli olacaktı.

Aklından geçen düşünce ile yanaklarındaki sıcaklık değişimini hissetti. Elbiselerini değiştirmekle zaman kaybetmeye gerek yoktu. Anlaşmayı imzaladığını Oktay'a söylediği zaman kocası nasıl olsa bu güzel haberi kutlamak için elbiselerini hızla üzerinden çıkaracaktı. Yüzünde, karanlıkta görülmeyen bir gülümseme belirmişti.

Cinsellikten önce biraz romantik anlar fena olmazdı. Mutfağa yöneldi. Gecenin bu saatinde alkol almak hoşuna gitmese de birer bardaktan bir şey çıkmayacağını düşündü. Bugün içmeyeceklerse bir daha ne zaman içeceklerdi. Böyle günler, insanın hayatında her zaman olmuyordu.

Mutfak kapısından geçerken, sağ ayağının küçük başparmağını kapıya vurdu. En nefret ettiği şeydi. O küçük parmakta nasıl pis sızılardı. Eli ile ayak parmağını ovuşturmak için eğilirken bu defa da sırtını kapıya vurunca içkilerden de vazgeçti. Karanlıkta bir yerlere çarpmamak için kısa ve yavaş adımlar ile salona doğru yürüdü.

Salonun kapısında durakladı; Oktay yoktu. Zehra biraz şaşırmıştı. Çünkü kocası her zaman bu kanepenin üzerine uyuyakalırdı. Sonra elektrikler aklına geldi. Mahallesinde elektriklerin ne zaman gittiğini bilmiyordu. Kendisi apartman merdivenlerinden çıkarken elektrikler vardı ama birkaç saat önce gitmiş ve bir ara geri geldikten sonra tekrar kesilmiş olmalıydı. Elektrik olmayınca televizyonda izleyemeyeceği için Oktay da kesin yatak odasında yatmıştı.

Yatak odasına gitmeden önce salona girdi ve parke zeminde terliklerin tak tak sesleri eşliğinde pencerelere doğru yürüdü. İçeri ışık girsin diye perdeyi çekti ve karın yağmaya başladığını gördü. Lapa lapa yağan kar ile içini bir hoşluk kapladı ve salondan hole çıktı:

"Oktay hayatım ben geldim. Yatak odasında mısın?"

"OKTAY HAYATIM." Bu defa yüksek sesle seslenmişti.

Holde, çelik kapının hemen arkasında kaşları çatık halde, elleri belinde:

"Allah, Allah bu adam yoksa kapıyı açık unutup dışarı çıkmasın? Oktay bu kadar derin uyumazdı." Diye söylendi.

Yatak odasına giden uzun ve karanlık koridora doğru birkaç adım atmıştı ki olduğu yerde sıçradı. Soluğunu tutmuş halde dikkat kesilmişti. Evet bu kapı gıcırdamasıydı ve şimdi kesilmişti. Sesin geldiği yönden küçük kütüphane odasının kapısı olduğunu tahmin etti. Sanki bir el, kütüphane odasının kapısını ileri geri sallamış gibi bir ses duymuştu.

Kalbi koşturmaya başlamış, solukları hızlanmıştı. Korkuyordu. Galiba Oktay evde değildi. Az önce dış kapıyı açık gördüğü andan itibaren aklından uzak tutmayı başardığı bir düşünce şimdi gözü dönmüş bir boğa gibi saldırıyordu. Zihninde kafalarında kadın çorapları, sırtlarında çuvalları ile adamlar ortaya çıkmıştı.

Hırsız! Geldiğinde kapı açıktı. Evde tanımadığı kötü niyetli başka birisi ya da birileri olabilirdi. Yanında, sehpa üzerinde duran vazoyu boyun gibi duran ince kısmından kavradığı gibi baş hizasına kadar kaldırdı.

Korku keskin bir dağ soğuğu gibiydi. Dişleri birbirine çarpıyor, vücudu elektrik akımına tutulmuşçasına titriyordu.

Oktay evden çıktıktan sonra hırsızlar eve girmiş ve az önceki kapı gıcırdısınıda kütüphane odasına saklanan ve yakalanmanın dehşeti ile bekleyen hırsızlar çıkarmış olabilirdi. Bu durumda hemen evi terk etmek akıllıca olurdu.

Gözlerini karanlık koridordan ayırmadan, dış kapıya doğru titreyen adımları ile geriledi ama birkaç adım atmışki aniden durdu. Eğer karşısında bir ayna olsaydı ve lambalar gürül gürül akan şelaleler gibi ortamı ışıkla doldurup taşırsaydı o zaman yüzündeki dehşeti görebilirdi.

Hırsızlar Oktay evdeyken içeri girmiş ve seslere uyanan uyku sersemi kocasını gafil avlamış olabilirlerdi. Belki de Oktay şuanda kanlar içine kütüphane odasında yatıyordu. Eve giren hırsızlar onu yaralamış ve Oktay da son bir can havli ile kendinden geçmeden hemen önce burada olduğunu karısına duyurmak için kapıyı oynatmış olabilirdi. Oktay'ın kanlar içindeki hali gözlerinin önüne gelince onu kaybetmenin korkusu diğer tüm korkularına galip geldi ve koyu bir karanlık içindeki uzun koridora doğru hızlıca yürüdü.

Şimdi kütüphane odası ile arasında iki adım kalmıştı. Daha doğrusu ölümle arasında iki adım mesafe vardı ama bu iki adım Oktay için hayat anlamına da gelebilirdi. Oktay'ın olmadığı bir dünya ölümle kıyaslanamayacak derecede korkunç olurdu. Bu düşünce ayaklarını harekete geçirdi ve hiç düşünmeden kütüphane odasının kapısını açtı.

Onu karşılayan şey karanlık oldu. Karanlıktan daha koyu bir karanlıktı. Adeta karanlığın evrim geçirmiş haliydi. Kütüphane odası ufak bir penceresi olan küçük bir odaydı ve bu pencere apartmanın karanlık boşluğuna bakardı. Zehra adeta karanlık olmuştu. Ayakları altında gıcırdayan tahtalar olmasaydı, boşlukta süzülüyor hissine kapılacaktı. Şimdi nefes dahi almıyordu. Vücudunun tüm hücreleri kulaklarında toplanmıştı.

Elleri, kulaklarından gelecek talimat ile inmeye hazırdı. Duyacağı bir soluk dahi buna kâfiydi ama hiç ses yoktu. İçeri de kimse yok gibiydi. Titreyen sesiyle:

"O Oktay." Dedi.

Saçları dalgalandı. Gırtlağına kadar çıkan çığlığı duvara toslamış gibi orada kaldı. Vazoyu tutan eli hızla aşağı indi. Peş peşe vazoyu sağına soluna indirmeye devam etti ama havadan başka bir şeye isabet etmedi. Soluk soluğa kalmıştı ama rahatlamıştı. Odada hiç kimse yoktu.

Gözlerinin önünde uçuşan yıldızlar kaybolurken saçları birkez daha dalgalandı ve kütüphane odasının kapısı gıcırdayarak sallandı. Zehra hızla arkasına döndü ve vazoyu peş peşe indirmeye başladı ama yine havayı dövüyordu. Ensesinde hissettiği serinlik hissi ile durdu. Kapı yine gıcırdayarak sallanıyor saçları bu defa yüzüne doğru dalgalanıyordu.

Gözlerini devirdi ve elini anlına koyarak kafasıni iki yana salladı. Minik bir kahkaha attı. Kütüphane odasının penceresi açıkmış. İçerinin soğuğundan bunu anlaması gerekirdi. Esen rüzgârda odanın kapısını sallıyordu. Yani odada kimse yoktu ve Oktay da bir sebepten dışarı çıkmış olmalıydı. Yorgun argın, acele ile çıkarken de kapıyı açık unutmuştu. Birazdan eve döndüğü vakit nereye gittiğini öğrenirdi.

Gülümseyerek pencere doğru ilerlerken aynı anda üç şey oldu. Zehra bir şeye çarptı ve elindeki vazo yere düşerek parçalandı. Elektrikler tam bu anda geldi ve sarı masa lambasının aydınlığı altında Zehra'nın çığlıkları kütüphane odası doldurdu.                                                                                                                                       

İKİ BEDEN BİR KALP(TAMAMLANDI)Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum