dokuz; "gerçekleşmeyecek dilek"

674 112 71
                                    

Ergen bir emo gibi gözükmek istemiyordum ama artık on beş yaşındaydım ve kesinlikle büyümek bazı şeylerin üstesinden gelmemizi sağlamıyordu. Aptal kalbim sanki bana artık daha büyüksün ve bunun sorumluluğunu alıp daha çok acı çekmelisin demişti ve bunun bir ölçüsü var mıydı bilmiyordum ama hislerimin gittikçe arttığına emindim. Gerçekten. On dört yaşın sonu ile on beş yaşın başı arasında spesifik olarak bir gün varken -hatta daha da derine inersek birkaç dakika, hatta saniye, her neyse- bu olay kalbimde farklı çalışıyordu sanırım. Çünkü kesinlikle bugün gözlerimi daha merhaba ben birlikte büyüdüğü çocuğa aşık bir gayim olarak açmıştım.

Midem bulanıyordu. Doğum günüm olması benim için hiçbir şey ifade etmiyor gibi hissediyordum. Sabahın körü olmalıydı çünkü odadaki kimse uyanmamıştı. Ben ise neden bu kadar erken uyandığımı sorguluyordum. Belki biraz da neden bu kadar melankolik uyandığımı da sorgulamalıydım ama neyse, alışkındım sonuçta. Melankolik bir ergen olmak benim kaderim falandı.

Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Odaya döndüğümde hala kimse uyanmamıştı, bu yüzden perdeyi açamıyordum ve oda karanlık olduğu için de yatmaktan başka bir şey yapamazdım. Yatağa tekrar girmek de hiç içimden gelmiyordu şu anda. Dışarı çıkmak istiyordum. Tekrardan sessizce kapıyı ardımdan kapayarak odadan çıktım ve sonra da bahçeye gittim direkt. Sabahın erken saatlerinin serinliği sonbaharın başlangıcı olduğunu belli ediyordu. Üstümde yalnızca kısa kollu olduğu için üşüsem de banklardan birine oturdum. Bacaklarımı kırıp ayaklarımı kalçama değecek kadar kendime çekmiştim. En azından biraz olsun ısınmak için küçülmeye çalışıyordum sadece.

Bugün doğum günümdü. Belki de çok mutlu olmam gerekiyordu. Önceden doğum günlerimde bu kadar umursamaz ve mutsuz olmazdım da aslında fakat son zamanlarda hayatımda istemediğim şeylerin olması hayat enerjimi götürmüştü. Artık hayatın gerçeklerini daha iyi görebiliyordum ve bazı şeyler anlamsızlaşmaya başlamıştı işte. Doğum günleri de bunlardan birisiydi sanırım.

Yarın da Felix'in doğum günüydü mesela ama buna kendiminkinden daha çok hevesliydim. Çünkü Felix doğum günlerini severdi. Hepimizinkinde bir şeyler hazırlamaya çalışır fakat kendisininki geldiğinde gerçekten de bir şey beklemezdi. Önceki gün zaten benim için alınan pastanın yeterli olduğunu söylemişti bir keresinde. Oysa o pastanın parasında onun da payı vardı ve insanlar kendi doğum günü pastasını almamalıydı.

Canım sıkıldı birden bunları düşününce. Zaten güne fazlasıyla melankolik başlamışken bir de kendi kendimi dibe çekiyor olmam tuz biber oluyordu resmen. Dışarı çıkmak ve temiz hava almak da pek işe yarayacağa benzemiyordu. Sırtımı yasladığım banktan biraz kayarak bu sefer başımı yasladım arkaya doğru yatırarak ve gözlerimi kapadım. Ne kadar süre öyle kaldım bilmiyordum fakat birinin yanıma gelip de başımda dikildiğini hissedince gözlerimi açmam gerekti.

Gelen kişiyi görünce bir anlığına elim ayağıma dolaşmış gibi oldu ama alışkanlıkların getirisiyle hızla toparlandım ve yüzüne bakmaya başladım öylece. O da ben gözümü açtıktan hemen sonra burada ne işim olduğunu sordu.

"Erken uyandım ve tekrar uyuyamadım."

Yanıma oturdu. Kendimi bildim bile sabahları onu görür ve yeni uyanmış halini ezbere bilirdim fakat dedim ya bugün her zamankinden daha aşık ve yıkık başlamıştım güne, sanırım bu yüzden onu dağılmış saçlarıyla görmek bana hiç iyi gelmedi.

"Üşümüyor musun?" diye sorduğunda önce kendi üstümdeki uzun tişörte sonra da onun üstündeki hırkaya baktım. Minho hyung her zaman çabuk ve çok üşüyen birisi olmuştu, bu yüzden onun üşümesine şaşırmadım.

for youth [minsung]Where stories live. Discover now