on üç; "aynı kitabın satırları"

692 111 98
                                    

ladies and gentlemen, this is "it episode" in the story


Lise ikinci sınıfın ilk döneminin lise birinci sınıfın ilk döneminden daha iyi geçtiğini düşünüyordum. Bunun en büyük sebeplerinden birisi hem okula artık alışmış olmam hem de arkadaş edinmiş olmam olduğu bir gerçekti. Bir de bir yaş da olsa büyümüş olmak da etkiliyordu sanırım.

İkinci döneme birkaç gün kalmıştı. Ara tatil ne ara geçmişti anlamamıştım bile. Öğretmenlerin verdiği ödevlerin hepsini geçen sene yapıp da tatilden bir şey anlamadığım için bu sefer kendimi zorlamak yerine yapabildiğim kadarını yapmıştım yalnızca. Bitirmek için zorlamanın gereksiz olduğunu anlamıştım çünkü.

Bugün ise okul açılmadan önce son kez Chan'la buluşmuştuk. İki haftalık tatilde zaten bir kere buluşmuştuk, yani bugün hariç ve onda da gerçekten eğlendiğim için bugünküne de hayır diyememiştim. İyi ki de dememiştim zaten, bugün de öncesi kadar eğlenmiştim çünkü.

Şimdi ise saat altı olmasına rağmen hava çoktan kararmıştı. Şubatın soğuğu yüzünden üşüye üşüye yetimhanenin bahçesinden giriyordum. Güzel bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu vardı üzerimde ama, bu üşümeler bile bana koymuyordu aslında.

Yemek yediğimden dolayı yemekhaneye gitmeden direkt odama çıktım. Tahmin ettiğim gibi yan odadakiler de benim odamdakiler de yoktu, yemeğe gitmişlerdi. Zaten yarım saat öncesinde Hyunjin'in bana attığı yemeğe gelip gelmeyeceğime dair olan mesaj da bunu tahmin etmeyi kolaylaştırıyordu.

Ben montumu çıkarırken kapı sertçe açıldığında irkilerek oraya döndüm. Minho hyungla göz göze geldiğimizde ikimiz de duraksadık. Çünkü o da dışarıdan gelmişti ve üstü başı acayip derecede kirliydi. Sanki bir kovalamacadan kaçmış gibi gözüküyordu. Onun bu pasaklı hallerinin sebebini çok fazla merak ediyordum ama o istemediği sürece cevabını almayacağımı da biliyordum.

Kapıyı açışının aksine yavaşça kapadı ve tekrardan yüzüme bakmamaya çalışır gibi yatağına doğru ilerlediğinde o şekilde oturacak olmasına karşı birden panikleyip "Üstünü değişsene." dedim. Sanki benim yatağıma oturacakmış gibi rahatsız olmam saçmaydı fakat normalde o da titiz birisiyken şimdi bunu yapması saçmaydı işte.

"Sen değiş, ben de değişirim." dedi ve gerçekten de yatağına oturdu. Sırtı bana dönüktü ve ben bu saçma anı yaşıyor olduğumuza inanamıyordum. Yıllardır birbirimizin yanında üzerimizi değişirken şimdi neden bu saçma duyarlılığı gösterdiğine anlam veremiyordum da.

Sinirlenmiştim. Nereden geldiğini bilmiyordum fakat kesinlikle ders çalışmaktan gelmediği belliydi ve bu sinirimi daha da arttırıyordu. Kendisine bu denli bakmıyor oluşundan nefret ediyordum.

Son zamanlarda çok fazla tartışır olmuştuk ve sanırım bünyeme alışkanlık yapmıştı. Bir anda kendimi karşısına geçip de dikiliyor olarak bulmama başka bir açıklama getiremiyordum çünkü. Sinirlenmekten ve bir cevap arayışı içinde olmaktan başka tabi.

"Neredeydin?" diye bir soru çıktı ağzımdan. Ona hesap sormak bu aralar gerçekten de ağzıma yapışmış bir alışkanlığa dönüşmüştü.

Başını kaldırdı ve yeniden göz göze geldik. Yüzünde korktuğum gibi herhangi bir yara olmaması az da olsa içime su serperken yine de duruşumdan ödün vermeyerek dik bakışlarıma devam ettim. O ise acayip derecede yorgun bakıyordu. Onu böyle görmekten nefret ediyordum.

"Dışarıdaydım işte, işim vardı."

Yine kestirip atarak verdiği cevap sinirlerimi bozmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kaçamak cevaplarından da bu hallerinden de nefret ediyordum.

for youth [minsung]Where stories live. Discover now