on altı; "yeni başlangıç"

647 119 72
                                    

Onunla yıllar sonra nasıl yüzleşeceğimizi düşünmek için fazlasıyla zamanım olmuştu. Sonrasında nasıl olacağımızı da düşünmüştüm çokça ama hiçbirisi bana bir avantaj kazandırmamıştı. İlerisi için yani, onunla yüzleştiğim an için bir ayrıcalık hissetmemiştim onca düşünceye karşın. Çünkü hiçbir işe yaramamışlardı ve ben tek başımıza olmamamıza rağmen onu ilk gördüğüm anda deli gibi paniklemiştim. O masaya oturduğunda, ilk göz göze geldiğimizde ve diğer anlarda ona gülümseyememiştim bile. Hiçbir şey istediğim veya beklediğim gibi olmamıştı ama düşündüğüm kadar da kötü geçmiş sayılmazdı sanırım.

Onu en son gördüğümde bileklerindeki kelepçeler eşliğinde cezaevinin görüşme salonundaydı. Yine sekiz kişiydik, zaten en son da o zaman sekiz kişiydik. Normalde mahkumun ailesi haricinde kalabalık bir ziyaret kabulu olmazdı lakin yurt müdürümüz bizim için özel izin alabilmişti bir seferliğine de olsa. Onu birkaç ay üstüne en son orada görmüştüm. Bir daha görmemize izin vermemişti çünkü.

Ona kızgın olmayı bırakalı uzun zaman oluyordu fakat bazenleri sinirlenecek daha somut bir şey bulamadığımdan ötürü yine öfkemi ona çevirmeden edemiyordum. İnsanoğlu her zaman suçlayacak birisini arardı ve ortada kesin bir suçlu olmadığında ise en göz önündeki kişiyi kurban seçerdi. Bu yüzden onu suçlamak hepimiz için kolaya kaçan ve vicdan rahatlatan bir şeydi, en azından bazı anlarda.

Şu anda onun hakkında hissettiğim tek şey ise özlemdi. Aşk dışında tabi, o duygu ben varolduğumdan beri ona karşı hissettiğim ve ölene kadar hissedeceğimi kabullendiğim bir şeydi sanki. Benden bir parçaydı, ben bu dünyaya onu sevmek için gelmişim gibi beni tamamlanmış hissettiren bir yanımdı ve bu yüzden bunu söyleme gereği duymuyordum bile. O yüzden şimdi birkaç metre ötemdeki bedenine bakıyorken yüreğimi yakıp geçen özlemin harıyla sakin olmaya çalışıyordum.

Felix ve Changbin'in nikahlarından önceki kutlama gecesi için Felix'in kafesindeydik. Yaklaşık bir saat kadar önce gelmiştim, o da benden yirmi dakika kadar sonra gözümü ayırmadığım o cam kapıdan içeriye girmişti. Geldiğimden beri onun yolunu gözleyen ben değilmişim gibi anında panikle bakışlarımı kaçırmıştım o içeri girerken. Beni görüp görmediğini bile bilmiyordum ama yeniden bakışlarım onu bulmak adına kafenin içinde tur atarken yine göz göze gelmemiştik hiç. Belki de o da benim gibi gizlice beni kolluyordu. İkimiz de yüzleşmek için fazla korkaktık.

On beş yaşımdayken, hatta daha da küçükken ona karşı şimdikinden daha cesur olduğuma emindim. Söz konusu umutsuz aşkım olduğunda her zaman korkağın tekiydim belki ama başka konularda ona karşı gelmeye, hatta kızmaya hiç korkmazdım. Şimdi ondan hesap sormaya pekala hakkın olmasına rağmen ben öylesine bir muhabbet açmaktan bile aciz hissediyorum. Bir hafta önce o masadan kalkarken ani panik nereye gittiğini sormam da tamamen yeniden gideceğine olan korkumdandı. Bir de tek olmamamızdandı sanırım.

"O da seninle konuşmak için deliriyor hyung."

Yuvarlak bir masada tek başıma oturmuş alkol düzeyi çok da yüksek olmayan içeceğimden içip de kendi kendime onu düşünüp duruyorken beklemediğim bu cümleden dolayı neredeyse yerimden sıçrayarak yan tarafıma döndüm ve Jeongin'i gördüm. Ne zamandır buradaydı veya düşüncelerimi çözümleyebilecek kadar beni izliyordu bilmiyordum ama yanıma gelmesini beklemediğim için fazlasıyla şaşkındım. O ise her şey fazlasıyla yolundaymış gibi hissettiren bir gülümseme eşliğinde bana bakıyordu. Bir an gerçekten de her şeyi yolunda olduğunu düşüncesine kapıldım.

"Korkuyorum," dedim. Kendimi sakınmama, yalan söylemem gerek yoktu. Zaten Jeongin de inanmazdı, kendisi anlayıp gelmişti yanıma ve bu durum şimdi bende farkındalık yarattığı için bir anlığına Minho'yu boş verip Jeongin'e, benim küçük kardeşime çevirdim tüm odağımı. Şimdi de ona olan özlemim yüzünden burnum sızlamaya başlamıştı.

for youth [minsung]Where stories live. Discover now