yirmi bir; "başıboş çocuklar"

577 83 40
                                    

Başıboş bırakılmış çocukların savrulması çok daha kolay olurdu. Çocuk denen varlıkların birileri tarafından yönlendirilmeye ihtiyacı vardır çünkü ama başıboş bırakılmış çocuklar hayatı tek başına öğrenmeye çalışmaktan dolayı ya çocukluğunu yaşayamaz ya da yanlış şeylere kolayca kanardı. Bir de eksikliğini çektiği şeyi arama konusunda fazlasıyla açlık çekerlerdi.

Tanrı bizi pek sevmiyordu sanırım. Bazen varlığına inanıp inanmamak umrumda bile olmazdı ama ne zaman kendim dahil suçlayacak birini bulamasam tanrıyı suçlamak hep daha kolay gelirdi. Zaten kimsenin aklına iyi şeyler olduğunda tanrı gelmezdi, kötü şeylerde ise günah keçisi bellerdi. Benim hayatımda günah keçisi olmayacak kadar masum kalıyordu ama, çünkü tüm hatalarımın sebebi bendim zaten.

On altı yaşlarında aklımda dolanıp duran, beni bir sarmaşık gibi saran merak yüzünden yapmaya çalıştığım şeyler büyük sonuçlara malolmuştu ama bir yanım yine olsa yapacağımı söylüyordu. Tam olarak istediğim şeye kavuşamamış olsam da beni daha da tatmin edecek bir şeye sebep olmuştum çünkü. O zamanlar amacım onun karşısına çıkıp kendimce hesap sormaktı, şimdi ise ben bir şekilde dışarı çıkmış ve hayatımı düzene sokmaya çalışıyordum ama o hala tüm hayatını kaybetmiş şekilde cezaevinde yatıyordu.

Hala öğrenmek istediğim şeyler vardı. Bilmek için bunca şeyi atlattığım ama cevabını öğrenemediğim şeyler vardı. Sanırım büyüdükçe on yedi yaşındaki aptal cesaretim benden gitmişti çünkü ben dört yıl geçmesine rağmen onunla yüzleşmemek için kendimi oyalayıp durmuştum. Ondan korkmuyordum da, duyacaklarıma olan cesaretimi yitirmiştim. Oysaki merakım her gün daha da içimi yemeye devam etmişti.

Bir hafta kadar önce Jisung'la akşam bir parkta, bankta yan yana oturup sohbet ederken konu buraya geldiğinde ona o günden sonra neler olduğunu daha detaylı anlatabilmiştim. Bunca sene neden onunla yüzleşmediğimi sormamıştı bana ama içinden sorduğunu hissetmiştim. Sanırım o da korktuğumu hissetmişti ki bana buraya onunla gelmemi teklif etmişti. Gözlerimin içine bakıp da benimle geleceğini, içeri giremese bile dışarıda beni bekleyeceğini ve sonrasında da kocaman sarılacağını söylemişti. Onun o güven verici bakışlarına bakarken bunu kabul etmeme şansım da yoktu sanırım. Zaten beni yeniden bir cezaevine getirip de onun karşısına çıkarabilecek tek şey Jisung'dan alacağım güven olabilirdi.

Şimdi bile yanımda olmamasına rağmen on dakika önce ellerimi sımsıkı tutarken ve gözlerime bakarken verdiği güvenin etkisiyle oturuyordum bu rahatsız edici sandalyede. Gerginlikten bacaklarımı sallamayı kesemezken ellerimi de onların arasına sıkıştırmıştım. Midemde inanılmaz bir kasılma mevcuttu, çok fazla bulanmaması için bugün yeniden varlığına inanmaya karar verdiğim tanrıya dualar etmiştim çoktan.

Polis memuru beni sandalyeye oturtup da görüşme kurallarını söyledikten sonra yanımdan ayrıldığı anda buraya geldiğime pişman olmadan edememiştim. Omuzlarıma geç kalmışlığın pişmanlığı da yüklenmişti ama en çok da şimdi gelmiş olmanın pişmanlığını hissetmiştim. Korkum pişman olmamı sağlamıştı sanırım ama şu saatten sonra dönüşü olmadığı için gergince beklemekten başka çarem yoktu.

Zaten çok da beklememe gerek kalmadı. Aramızda demir telden bir paravanın olduğu karşıdaki küçük odanın kapısı açıldı ve önce bir polis gözüktü. Kambur duruşum anında yerini gergin bir dik duruşa bırakırken gözlerimi oraya diktiğim anda ise onu gördüm. İçeri girerken yere bakıyordu, polis ona bir şeyler söylerken bakışları polise kaydı ve polis memuru kapıdan geri çıktığında en sonunda bana bakabildi. Göz göze geldiğimiz anda omurgamda boylu boyunca bir titreşim gerçekleştiğini hissederken onun da şaşkınlıkla duraksadığını fark edebildim.

Nefesimi istemsizce tutmuşken o sessizce birkaç adım atıp sandalyeye yerleşti. Kelepçeli kollarını masaya koydu ve ellerini birbirine kavuşturdu. Kaşları çatık değildi, yüzü fazlasıyla ifadesizdi ve duygularını anlayamamak beni daha çok geriyordu.

for youth [minsung]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin