on yedi; "ben seni hep"

728 110 86
                                    

On yedi yaşına kadar tanıdığım Lee Minho hakkında en sevdiğim şey onun kitap okumaya olan düşkünlüğüydü. Elimize geçen az buçuk harçlıklardan biriktirdiği paralarla kitaplar alır, onun için özel olan yerleri güzelce çizer, o sayfaları işaretler ve kitaplarına her daim gözü gibi bakardı. Ben ise ona bu konuda her zaman imrenirdim.

Ben de kitap okumayı severdim lakin onun kadar düşkün değildim. Zaten okuma alışkanlığımı ondan ödünç aldığım kitaplar sayesinde kazanmıştım ama hiçbir zaman onun kadar çok sevememiştim. Bana kalırsa o edebiyat için doğmuştu.

Edebiyat okumak istiyordu. Belki akademisyen olacaktı, belki bir yazar ya da belki de öğretmen; hangisi olursa olsun ona çok yakışacağından emindim. Nasıl yazdığı hakkında hiçbir fikrim yoktu, hiç okutmazdı bize yazdıklarını ama güzel yazdığına emindim. Diyorum ya, edebiyat için doğmuştu o; kötü yazma ihtimali yoktu kannımca.

Yirmi dört yaşındaki Lee Minho ise hayallerini gerçekleştirememişti belki ama yine de edebiyattan kopamamıştı. Bir kitap evi açmıştı. Ne günümüz modernitesine kaçacak kadar sade veya lükstü ne de eski bir sahafa girmiş hissi uyandırıyordu. Tam olarak ona göreydi bu yer. Kahverengi kitaplıkların ağzına kadar çeşit çeşit kitaplarla dolu olduğu, camın önünde iki yuvarlak masa ve ikişerli tekli koltukların olduğu bir mahalle yeriydi. Lee Minho'ydu burası gerçekten de. İçeri girdiğim anda onun kırgınlığına bürünmüş bir edebiyat dünyasına girdiğimi hissetmiştim.

İçeri girmesi ise benim için fazlasıyla zor olmuştu. Kapının etrafında dakikalarca beklemiş, bazenleri geri dönmek için hareket etmiş ama en sonunda derin bir nefesin ardından girebilmiştim. Girdiğimde içeride olmaması da biraz işime gelmişti.

O akşam Felixlerin davet gecesinin ilerleyen saatlerinde herkes gitmiş ve geriye sadece sekizimiz kaldığında büyük bir nostalji eşliğinde birkaç masa etrafında toplanmış ve saatlerce konuşmuştuk. O zaman öğrenmiştik onun bir kitap evi açtığını. Bunu öğrendiğim anda çok duygulandığımı hatırlıyordum, yani biraz alkolün etkisinde olduğum için çok fazla ayrıntılı değildi o gece bende. Sadece çok mutlu olduğumu unutamıyordum. Hepimiz çok mutluyduk, gece yarısı olmasına rağmen zar zor dağılmıştık hiç istemeyerek.

Bir de kitap evinin nerede olduğunu söylediğini hatırlıyordum. Spesifik olarak açık adres dememişti de ismini ve semtini söylemişti işte. Günümüz teknolojisinde bulması zor olmuyordu bu iki şeyi bilinde neyse ki. Bu yüzden üç gün sonrasında kendimi burada bulmuştum işte. Üç gün dayanmış olmam bile takdir edilesiydi kannımca.

Adını Daisy Kitap Evi koymuş olduğu bu yer gerçekten de sanki papatya kokuyordu. Nostaljik görünüşünden dolayı sahaflardaki gibi kitap kokusu da vardı lakin içeriye özellikle sıktıkları bir oda parfümünden midir, papatya kokusu vardı hafifçe. Papatya onun en sevdiği çiçekti. Buranın her ayrıntısı gülümsememi sağlıyordu bir şekilde.

"Minji sen eve dönebilirsin artık. Ben bakarım gerisine."

Onun sesini duyunca kitapları inceleyerek dolanan bacaklarım anında durdu. İçeride çok kişi yoktu ve olanlar da zaten sessizce kendi aralarında kitaplar hakkında konuşan kişilerdi ve o da sessizce konuşmasına rağmen kulaklarım anında onu işitmişti. Yılların özleminden dolayı mıydı bu hassasiyet bilmiyordum ama şu son iki hafta içinde onun sesini her duyduğumda olduğu gibi kalp ritmim anında hızlanıverdi.

Minji diye bahsettiği kişi kasadaki genç kızdı sanırım. Minho kapının yakınında olan kasaya doğru giderken o kız da ona karşılık verip kasanın arkasından ayrılmıştı ama ben onun dediği hiçbir şeyi duymadım. Minho odağıma girdiği anda diğer şeylere olan ilgim gitmişti çünkü.

for youth [minsung]Where stories live. Discover now