5. KARAUL

1.9K 186 80
                                    

Sonbaharı çok severdim.

Çocukluğumdan beri her zaman ağaçlardaki yaprakların sararmasını dört gözle bekleyen biriydim. Renk değiştirmesini günü gününe takip edip her renginden bir tane alıp saklardım. Her yıl için bunu yapmayı geleneğim haline getirmiştim. Sonbahar sanki yaşam döngüsünü kısa sürede gösterebilen tek şey gibi geliyordu bana. 

Ayrıca, sonbahar her zaman yeni şeylerin başlangıcıydı. Tatilin bitişini temsil ederdi. Okullar açılır, insanların özellikle bu zamanlarda kullandığı yıllık izinler biterdi. Eylül'e girdiğimiz ilk günden yeni planlar yapıp 'Bu sefer buna uyacağım' diyen milyonlarca kişi oluyordu her zaman. 

Bana yılbaşından bile daha çok yeni yıl gibi hissettiriyordu.

Sonbahar deyince aklıma güzel İstanbul sokaklarının sarı yapraklarla kaplanması, yeni yeni giymeye başladığımız yağmurluklar ve yağmurdan sonraki toprak kokusu geliyordu. Her gördüğüm yaprağı almak isteyen bedenim, bu sefer ayağımın altındaki yaprağı acımasızca eziyordu.

Etrafıma bakamıyordum.

Ağaçlardan tek tük dökülen yeşilimsi yaprak ayağımın altında parçalanırken bavulumu elime almış ve arkamdaki askere dönmüştüm. Vanilla-Villa ismi kırmızı led ışıklarla parlarken güneşin doğmaya başlaması yüzlerimizi daha iyi aydınlattı.

"Siz de sona kaldınız." dedi asker resmi bir tonla benimle konuşurken. Bavulumun kulpunu daha sıkı tutarken gülümsedim. İlk önce ailesi olanları kavuşturmaları benim gibi yalnız birini bırakmaktan daha önemliydi. Onları anlıyordum. "Sorun değil. Bıraktığınız için teşekkür ederim." diyebildim gülümsemeye devam ederken.

Adam yavaşça kafasını salladı. Şoför koltuğunda oturan asker rahat bir tavırla tütün tüttürmeye başlamıştı. Askeriyede böyle şeyler yasak sanırdım fakat gördüklerime bakılırsa yanılmıştım.

"Lobinin ışığı yanıyor. Bize bakan biri gördüm az önce. Gidip girişinizi yapıp hemen odanıza gitseniz iyi olur. Sadece sizinle iletişime geçmek zorunda kalırsak diye telefon numaranızı vermenizi istiyoruz." Asker, açık kahve gözlerini kısarken sakin sakin derdini anlattı bana. Korkmamam için çabalıyor gibiydi. Şuan pek iyi durumda olduğumu sanmıyordum o yüzden bu tavırlarını garipsemedim.

Gerçekten bu süreç beni çok yormuştu.

Telefon numaramı tane tane söylemeye başladım. Ne için bana ihtiyaçları olabilirdi bilmiyordum ancak şimdi düşünmek istemedim. Elbet bir nedenleri vardı.

Asker numaramı aldıktan sonra, "Sorun çıkarmadığınız için teşekkürler. Size iyi günler dilerim." diye mırıldandı. Ben de ona gülümsemeye çalışarak başımı salladım ve yorgun bir sesle. "Size de." diyebildim. Beynim çalışmayı durdurmuştu.

Çok uzun zamandır ayaktaydım.

Onlar araca binerken ben de zar zor bavullarımla merdivenleri çıktım. Tam kapıya gelince bir personel gelebildi. İçeri girdiğimde dibimde biten kısa boylu bodur bir adam bana merakla bakarken, "Merhabalar! Bavulunuzu taşımada yardımcı olmamı ister misiniz?" diye sordu. İstanbul Türkçesi ile demişti fakat arada bir kaymaları duyunca gülesim geldi. Yorgun olmasam gülerdim.

Bavulu bin tonmuş gibi bir halle adamın eline bırakırken, "Nedim Akbulut." dedim kısık bir sesle. "Odamı verin lütfen."

Adamın alnı kırışırken boğazını temizledi ve eliyle lobiyi gösterdi.

"Oradan girişinizi yapın lütfen." derken bavulumu alıp ilerlemişti bile. Lanet ederek arkasından ilerledim. Artık uyumak istiyordum. Gerçekten... 

KARA GECENİN GÜNÜ AYMAZ | bxbWhere stories live. Discover now