Louis

100 22 40
                                    


Ölmek istemiyorum! Hayır! Hayır, bugün, şu anda değil.

Kalbim göğsümde delicesine çarparken nefes almak imkânsız hale gelmişti. Yorgunluktan her an yere yığılıp düşebilirim! Eğer peşimden gelen şu kan dondurucu yaratık olmasaydı bunu zaten şimdiye kadar yapmıştım ya.

İkinci kata çıkıp ilk seviyeye giriş yaptığımız anda etrafa zifiri bir karanlık hâkimdi. Burnumun ucunu bile göremezken kaynağını bilmediğim bir ses duyduk. "Birinci seviyeye giriş yapan oyuncu sayısı iki. Seviyenin güncellenmesine yedi saat on iki dakika kaldı. Gidilecek konum belirlendi. Ayarlamalar yapılıyor."

Birden etrafımızda oluşan mavi ışık huzmeleri gittikçe çoğalmaya başlamıştı. En sonundaysa gözlerimi kapatmak zorunda kalacağım kadar kör edici bir ışık patlaması yaşandı. Gözlerimi tekrar açtığımda kendimizi ucu bucağı görünmeyen bir yeşilliğin ortasında bulmuştuk. Hava, her an fırtına çıkabilecekmiş gibi kasvetli duruyordu. Sertçe esen uğultulu rüzgâr, etrafımızdaki birkaç ağacın yaprağını sertçe savurmuştu bile. Reyna'ya dönüp nerede olduğumuzu soracağım sırada önümde holografik bir yazı belirmişti. Aşağıdaki eşyalardan birini seçmemi istiyordu. Tabanca, kılıç, halat, kalkan, hançer, ok ve yay. Cidden mi? Fantastik bir evrene yollandığımı bana bu şekilde mi anlatmaya çalışıyorlardı?

Reyna benim aksime oldukça rahat gözükürken "Seçip seçmemek sana kalmış ancak yazının yanındaki sayaç bir dakika içeresinde bitecek ve seçenekler ortadan kaybolacak," demişti.

Olayları hala anlamaya çalışırken saniyeler yavaş yavaş tükeniyordu. Görevin ne olduğunu bilmeden herhangi birisini seçmem mantıksız olacaktı. Bu yüzden yazının kaybolmasına yaklaşık otuz saniye kalırken aklımdakini dile getirmiştim. "Bu bölümde yapmamız gereken şey ne?"

Reyna bir şey arıyormuşçasına etrafa bakınırken bana doğru dönme gereği duymadan sorumu yanıtladı. "Hayatta kalmak."

Şaşkınlığımı nasıl gidereceğimi bilemezken arkamızdan, uzaklardan fakat bir o kadar da yakından gelmiş hissi uyandıran bir kükreme sesi işittik. Herhangi bir sesin bu kadar derinden, dehşet verici şekilde çıkabileceğini düşünmezdim. Sanki olduğum yerde donakalmıştım. Zihnim çoktan kaçıp gitmemi söylese de ayaklarım hareket etmiyordu. Tamam, panik yapmamalıydım. Bize doğru yaklaşan şeyin ne olduğunu bilmiyordum ve bilmek de istemiyordum. Yaklaşan yaratığın nerede olduğunu görmeme bile gerek yoktu çünkü her kanat çırpışında zemin daha çok sarsılıyor, hatta bazı ağaçlar köklerinden ayrılıp düşüyordu.

Hatırladığım son şey o anki bastıramadığım panik duygusuyla kalkan yazısına tıkladığımdı. O şeyi öldürme şansımın olmadığı gün gibi ortada, bu yüzden diğerlerini seçmenin bir anlamı yok diye düşünmüştüm. Daha sonra birdenbire kolumda hafif ama aynı zamanda da oldukça dayanıklı bir kalkan belirdi. Dayanıklı olduğunu öğrenirken kalp krizi geçirdiğimi zannetmem başka bir konu tabii. Kısaca söylemek gerekirse de kilometrelerce yolu kısa sürede kat edip ağzından püskürttüğü asit sayesinde öğrenmiştim.

Canavarın; iri yapısı, metalden yapılmışçasına parıldayan gövdesi, ağaç dallarına benzeyen uzun ve kıvrımlı iki boynuzu, en önemlisiyse katran karası, öldürücü bir aura yayan gözleri vardı. Üstelik altı kolluydu ve asit püskürtüyordu. Asit! Onun neyin nesi olduğunu çözmeyi bir süre önce zaten bırakmıştım ama ona her baktığımda daha çok dehşete kapılıyordum.

Gözlerim sürekli kararıp duruyordu. Şu an kahvaltıda yediklerimi bile çıkaracakmış gibi hissediyorum. Şakaklarımdan akıp giden veyahut alnımdan süzülüp ara sıra gözüme giren ter damlacıklarını silecek halim dahi yoktu. Ayrıca Reyna'nın çimenlere oturup ne diye beni izlediğini anlamıyorum. Neden bu kadar rahat?! Üstelik canavarın saldırdığı kişi neden sadece benim? Galiba Zaina haklıymış. Reyna'nın yardımına güvenmek aptallıktı. Zaten kendisi de yardım edeceğini hiç söylememişti ki.

Başlangıcın SonuWhere stories live. Discover now