0.2

28.3K 2K 1K
                                    

Hayat herkese adil davranmıyordu. Bunu benim gibi insanlar daha iyi bilirdi. Hayata yenik başlamak henüz doğduğun yer ve aileden belli oluyordu. En nefret ettiğim ve isyan ettiğim şey buydu. Bir seçim hakkımız yoktu dünyaya gelirken. Bize ne biçildiyse onu kabul edip yaşamak zorundaydık. Aksi halde elimizden bir şey gelmiyordu.

Ben orta halli bir ailenin üç çocuğundan ortanca olandım. Ablam, ben ve ortaokul sona giden kardeşim vardı. Ablam bir mekanda garsonluk yapıyordu. Liseyi zorlukla bitirmiş, üniversitenin bir işe yaramadığını düşünerek önüne gelen geçici işlere girerek para kazanmaya çalışıyordu.

Ben ise, ailenin birnevi umut ışığı olarak görülürdüm. Annem ve babam benim iyi bir yere gelip hepimizi kurtaracağıma inanıyordu. Çalışkan bir öğrenci olmamdan kaynaklı omuzlarımdan ailemin bu beklentisi bir yük olarak binmişti. Sürekli çalışmak zorundaydım ailemi hayal kırıklığına uğratmamak için. Bu bazen beni yormuyor değildi.

Babam bir market zincirinde depo görevlisiydi. Annem ise bundan beş yıl önce teşhisi konulan böbrek hastalığı nedeniyle iş hayatına tamamen veda etmişti. Artık çalışamıyordu. Evde ev işleriyle ve bizle ilgileniyordu. Çoğu zaman bundan dolayı sitem edip üzülürdü fakat babam bunu sorun etmezdi. Ara sıra ek işlere giderdi. İyi ki evimiz kira değildi. Yoksa ne halde olurduk düşünmek bile istemiyordum.

İstanbulda yaşam zordu. Bu yüzden birkaç yıl önce İstanbul'un köylerinden birine, Şileye taşınmıştık. Şehir merkezinde yaşamak bizi maddi açıdan çok zorluyordu. Bu nedenle dedemden kalan Şiledeki müstakil eve yerleşmiştik.

Şile, İstanbul'dan çok farklıydı. Şehrin içine ulaşım zordu. Yaşadığımız bölgede köy okulu, jandarma, kahvehane ve marketten başka şey çok azdı. Sessiz sakinliğini seviyordum fakat bazen geceleri korkunç olabiliyordu. Orman çok fazlaydı.

On birinci sınıfta yapılan bursluluk sınavını kazanmam benim hayatımın dönüm noktası olmuştu.

Özel Saraçlıgil Koleji. Saraçlıgil ailesinin okuluydu. Başarılı öğrencileri burslu okutmakla kalmıyor, aynı zamanda okul tarafından her ay cüzi miktarda para ödemesi yapılıyordu.

Bu okula giderken çoğu şeyimden ödün veriyordum. Sabahın 5'inde kalkıp yollara düşmem gerekiyordu. Bu yüzden hava aydınlanmadan yollarda oluyordum her sabah.

Yine o sabahlardan biriydi. Bazıları otobüsle, bazıları taksiyle fakat çoğunun özel arabayla geldiği okula bir sürü aktarma yaparak gelmiştim.

Bu okul ciddi anlamda zengin ailelerin çocuklarının olduğu okuldu. Fiyatı çok yüksekti. İlk duyduğumda nutkum tutulmuştu çünkü öğrencilerin bir senelik ödeneğiyle lüks bir villa alınabilirdi. Hak ediyor muydu, fazlasıyla. Bu okulda yok yoktu. Öğrencileri inanılmaz bir donanım ve araştırma imkanı sağlayan devasa bir binadan ve eğitimcilerden oluşuyordu.

Yağmur sabah çiselediği için gözlük camlarıma düşen ve kuruyan damlalar her zaman sinirimi bozmuştur. Miyop ve astigmat olmam benim yıllardır çektiğim bir durumdu. Kendimi bildim bileli gözlük takıyordum. Küçükken fazlasıyla bu konuda dalga geçildiği için çok rahatsızdım fakat şimdi hiç umursamıyorum. Ortaokula göre lisede bu tarz dalgalar azdı neyse ki.

Fakat gittiğim her yerde bir belanın beni bulduğu gibi, burda da koca bir bela vardı başımda.

"Yağmur." Ulaş'ın sesini duydum. Taksiden koşar adımlarla inip yanıma geldi. O olmasaydı sanırım bu okulda yalnız kalacaktım. Benimle ilk konuşan olmuştu.

"Günaydın." dedim.

"Günaydın kanka."

"Daha iyi misin?" diye sordu Ulaş.

Kafamı salladım. "İyiyim."

Yan yana okula ilerlerken insanların yüzüme olan bakışlarını görmezden gelmeye çalıştım. Yüzümün kenarındaki ize bakıyorlardı.

Ben gerçekten yakışıklı birisi değildim. Öyle çekiciliğim veya auram da yoktu. Son derece sıradan biriydim. Klasik kahve saçlı kahve gözlü, ölü gibi sararmış açık tenli, çelimsiz, gözlüklü, inek bir çocuktum. Tüm bunlar belamı vermemiş gibi birde ismim Yağmurdu. Unisex isim olduğunu çok sonradan öğrensem de annemle babama hep kızmıştım bu ismi koydukları için. Çünkü dalga geçiliyordu ismimle. Sanki dalga geçilecek az şeyim varmış gibi...

Omuzlarımı düşürerek okulun turnikelerinden okul öğrencilerine yapılan özel gold kartla geçtik. Güvenlik hat safadaydı.

Haftanın başlangıcı olduğu için İstiklal marşı okunacaktı. Bu yüzden sıraya dizilmeye hazırlanıyordu herkes.

Sırt çantamın kopçalarını sıkıca tuttuğumda görmekten korktuğum o kişiyi gördüm. Hızla bakışlarımı çevirdim ondan.

Oktay Melih Saraçlıgil.

Benim belam. Başıma gelmiş en büyük bela.

"Hızlı gidelim." dedim yanımdaki Ulaş'a. Beni görmesini istemiyordum.

"Şu piçten korkma." dedi Ulaş. Benim aksime cesaretliydi.

Bakışlarım Oktay Melih'e kaydı. Çoğu kişi Melih derdi ona.

Bakışları benimle kesişince kalbim tekledi. "Ulaş gidelim." dedim hızla. Ulaş Melih'in olduğu yere dik dik bakmaya başladığında onu çekiştirmeye çalıştım.

Kafama gelen sert topla olduğum yerde bağırırken elim başımın arkasına gitti. Gözlüklerim yere düştü sarsıntıyla. Yüzüm ekşidiğinde topun sert olmasından kaynaklı bir an için başım döndü. Dengemi kaybedecek gibi olduğumda Ulaş tuttu beni.

Kafamı çevirip bu tarafa doğru gelen Melih'i gördüm. Uzun boyundan dolayı okulun basketbol takımındaydı. Sürekli basket oynardı. Bu nedenle bana attığı topun basket topu olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

"Pardon." dedi dişlerini göstererek serseri bir sırıtışla yanıma gelirken. Arkadaş grubu onu eğlenerek izliyordu uzaktan.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" diye çıkıştı Ulaş. "Çocuğun kafasını yardın neredeyse."

Melih'in sırıtışı soluduğunda öfkeli bakışlarını Ulaş'a dikti. "Siktir git cüce." dedi Ulaş'ı sertçe ittirerek. "Sikerim seni."

Ulaş sarsılarak geriye doğru gidince sinirli ve hızlı nefesler almaya başladı.

"Acıdı mı?" Melih'in sorusuyla bakmadım ona. Ulaş'a bakıp üzgün bakışlarımı gönderdim. Burukça omuzlarımı silktim. Benim yüzümden o da bu muameleye maruz kalıyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"Bana bak." dedi Melih çenemi sertçe tutup kendine çevirirken. Kafamı kaldırıp ela gözlerine baktım. "Ben konuşuyorum, ona değil bana bak."

Dişlerimi birbirine bastırırken bu kadar uzun boylu ve yapılı olmasına içimden lanet ederek küfür ettim. Aynı ebatlarda olabilseydik belki ona karşı gelecek cesareti kendimde bulabilirdim.

Çenemi sıkan elinin bileğini tutup sertçe ittirdim. "Hayır." dedim tükürürcesine ve hızla bakışlarımı çekip yere eğildim. Gözlüğümü gözüme taktıktan sonra Ulaş'ın koluna dokundum. "Gidelim." diye mırıldandım.

Ulaşı çekiştirerek yanıma kattım. Beraber birkaç adım atmıştık ki bu sefer koluma doğru bir kez daha sertçe top atıldığında olduğum yerde sendeledim. Omzumun üzerinden arkama baktığımda Melih'in eğlenen yüzüyle karşılaştım.

"Acımadı dedin ya, ondan." dedikten sonra basket topunu elinde çevirerek uzaklaştı.

ZORBA | BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin