-8.Bölüm- "Beklenen"

4.1K 1.5K 76
                                    

Beklediklerine ulaşmak mı vuslat?
Önce bilmelisin ne beklediğini.

(...)

"Ahh gözüümm!"
"Kapa çeneni!"

Anlaşmış gibi sıra ile söylesek de bu sefer aynı anda bağırmıştık. Sami ikimize tek gözüyle bakıp önüne döndü. Selim ile sonunda rahatladık diye derin bir nefes alırken "Bir daha hiç göremeyeceğim sandım, anlıyor musunuz ha?" diye tekrardan konuştu Sami.

"Hatırlat biraderim. Her kar yağdığında hatırlat ki, bir daha senle kartopu falan oynamayalım. Ne bu böyle mız mız mız. Alt tarafı gözüne kartopu geldi.Yeter da!"
Selim koltuktan kalkarken bir yandan da söyleniyordu.

"Yaa tamam. Haklısınız. Her kartopu oynandığı zaman bir kurban vardır. Fakat bu kişi neden ben?" diye tekrar konuşan Sami'ye, başımın altındaki yastığı fırlatıp bende ayağa kalktım. Sami'nin arkamdan söylendiğini duymamazlıktan geliyordum. Mutfağa girdiğimde Selim çayları dolduruyordu.

"Samiii, gel hadi."
"Gel, gel. Çayı göze koyduğunda iyi geliyormuş." diye sesimi duyurmaya çalıştım gülme eşliğinde.

Nereden bilebilirdim ki arkamda olduğunu. "Biliyoruz, biliyoruz!" diye kulağımın dibinde bağırdı.

"Kulağımı..." Selim ile göz göze geldiğimde "Kulağımın zarını patlattın." diyerek sağ kulağımı ovdum.
"Çay, kulağa da iyi geliyormuş. Peki sen biliyor musun?" dediğinde başımı kaldırıp gözlerinin içine bakmadım. Tabi ki de bakmadım. Elinde çay demliği varken nasıl gözlerine bakardım?

32 diş sırıtan Sami, eski hallerine tezat hiç şakacı görünmüyordu. Görünüyordu fakat görünmüyordu. Ciddi bir gülüştü. Bu gülüş tamamen "Kartopunu gözümün içine atmıştın değil mi?" içerikli bir gülüştü. "Yok artık!" derken içim "Oha, yuh, çüş!" ve daha nice nidalarla dolmuştu.
"Var artık! Hepsi kulağın için! " diye yeniden bağırmıştı. Ardından çay demliğin üzerime dökülmesiyle ağzımdan, ne yaşıma ne cinsime ne de kimseye hiç yakışmayan harika bir çığlık kaçmıştı. Yanıyorduk şurada! Bir zahmet çığırayım da bağırayım da! Aynı zamanda ayağa da fırlama işini yapabilmiştim. Fakat bir tuhaflık vardı. Üzerime dökülen su, vücut sıcaklığım ile az çok aynı düzeydeydi. Yani yanmıyordum. Oh bee. Bu karınca kardeşler niye gülüy... Bir dakika! Gülün lan! Çatlayana kadar gülün.

"Nasıl çığırdı ama."diye kahkahadan zor çaba konuşan Sami'ye öylece bakıyordum. Selim de ona eşlik edip "Abi nasıl çıkardın o sesi ya." diyerek hunharca güldü. Yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim. Kış gününde ıslak kıyafetlerle durmamam gerektiğini biliyordum elbette. Ama arkadaş, ikinci çay demliğimizin olduğunu unutup, bu numaraya nasıl kandığımı bilmiyordum.

Tekrar aşağı inip sandalyeye oturduğumda bir kaç dakika daha bekledikten sonra kendilerini toparlamışlardı. Bu hallerine göz devirip kendime çay doldurdum. Çayı içerken kendilerini hala tutan kardeşlere gözlerimden ateş çıkması mümkünmüş gibi baktım. Bana hayretle baktıklarında "Şimdi, dediğimi yapın." diye tüm ciddiyetle konuştum. İkisi kafasını sallarken gülmemek için büyük çaba sarf ediyordum.
"Kurabiye tabağını bana verin!"
İkisi de tabağı benim için önüme iterken gerçekten pür dikkat ne yapacağımı merak ediyorlardı.
Üçüncü kurabiyeyi de yerken, karınca kardeşlerin yavaş yavaş çaylarını yudumlayıp beni izlemelerini keyifle izliyordum.Kurabiyeleri ben yiyordum çünkü daha ne olsundu. Ama fazla uzatmanın çocuklar içinde midem içinde iyi olmayacağını anladığım da gülüp "Yaa son gülen iyi gülermiş. Alın lan, acıdım halinize." dedim. İkisinin de tabağa saldırıp bana övgü görünümlü hakaretler etmesiyle çayımızı içebilmiştik. Övgü görünümlü hakaret mi? Tamamen ikisine özel bir şeydi. Bende daha yeni çözebilmiştim. Hoş, geçenlerde sohbetin en koyusuna daldığımızda Sami itiraf etmeseydi ben hala bana iltifat ediyorlar kafasındaydım ama olsun. Bu kardeşler, kardeşim diyebileceğim kişilerdi. Varsındı, tüm kötülükler onlardan gelsindi.

Rabbini Kalbinde HissetWhere stories live. Discover now