-19.Bölüm- "YALANLAR"

4.6K 1.4K 98
                                    

Selamun aleykum kardeşler. .

(...)

"Abi yüzünün rengi gitmiş. Kendine gel çabuk. Gitmemiz gerekiyor." Kendi yüzünden haberi var mıydı acaba? Peki Mısra... Korkarak zor da olsa sordum. "Ona bir şey oldu mu?"
"Yok abi, şoktan bayıldı muhakkak. Kötü bir şeyi yoktur. Hastaneye gitmeliyiz hadi!" derken kolumdan çekiştirip arabaya doğru koştu. Bacaklarımın, ani hareketten dolayı olsa gerek, titremesi yürümemi zorlamıştı. Şefin yanına oturup kapıyı kapattığım sırada Birkan da arabayı çalıştırıyordu.

Yüzüne bakmadan yolu izledim. Sesini de duymuyordum. Varlığından dahi şüphe etmeye başlamıştım ki artık ona bakmam gerektiği bilincine vardığımda, göz ucuyla yüzünü inceledim. Başını arkaya yaslamış, gözlerini kapatmıştı.
"Ben üzgünüm şef..." diye mırıldandım.
İstifini bozmadan konuştu o da. "Aksine sevinmelisin. Gayet başarılıydı."
Gözlerini açmasını bekliyordum. Yahut bir mimik... Ne kadar ciddi olduğunu gözlerine bakarak anlamam gerekiyordu. Fakat o ısrarla açmamıştı. Yerimde kıpırdarken gözlerim hala şefin kapalı gözlerindeydi. Biraz sonra aralanan gözlerde aradığımdan çok farklı bir şey gördüm. Pişmanlığı en yüksek dozda hissederken nasıl tarif edilir diye düşünüyorum. Bu gözler... Su altında kalmış kömür misali. Siyah renk sulu boyanın dağılmış hali. Ağlamamak için kendini tutan baba gibi!

Benimle göz göze geldiğinde tekrar kapattı gözlerini. Görmemesi gereken bir şeyi görmüş gibi, hızlıca. Ya da görmemem gereken bir şeyi saklamak gibi telaşla.

"Daha iyisini başardığımda hepimiz sevineceğiz abi." diyerek tekrar camdan etrafı seyrettim. Tepki vermemişti. Beklemiyordum da. Henüz ben dediğim lafa, içimde bir tepki verememişken, bu haldeyken ondan bir cümle beklemek anlamsız kaçardı.
Araba durduğunda görkemiyle dikkat çeken özel hastaneyi inceledim. Bir hastaneden farklı amaç için ayaktaydı sanki. Hastanelerden bir an da nefret etmiştim sanırım. Ya da bilmiyorum, hiç sevmemiş de olabilirim. Arabadan inince ellerim saçlarıma gitti. İki üç sefer karıştırırken şefin peşine takıldım. Bir odaya girdiğimizde yirmisinin ortalarında doktor, turuncu kıvırcık saçı ile dikkatimi çekmişti.

Beyaz çerçeveli gözlüklerini düzeltirken ayaklandı ve "Hoş geldiniz." diyerek bizimle tokalaştı. Biz karşısındaki bej rengi deri koltuklara otururken "Fazla uzatmak niyetinde değilim. Kısa kescem. Fakat bunu senden beklemezdim Ferhat amca." diyerek gergince koltuğuna oturdu.
Şef "Sana gerek kalmayacağını düşünüyordum." diye aynı tonda çıkan gergin sesiyle konuştu.
"Yine de önceden haberim olsaydı, hastamın hangi durumda ne yapacağını söyleyebilirdim. Bayıldıktan sonra telefonla haber vermeniz endişelenmemize neden oldu."
Şef ellerini birbirine kenetledi. Derin bir nefes alıp verdi. "Kısa keseceğini sanıyordum doktor."

Doktor bunu bekliyormuşcasına, beyaz çerçeveleri gözlükleri çıkartıp masasının üzerine koydu. "Pekala..." diye mırıldanması ile gözlerim şefe gitti. Umursamaz bakışları altında kızını deli gibi merak eden baba vardı.
"Yaşadığı şok ile bünyesi zayıf düşmüş sanırım fakat yine bize direnmekte. Bu yüzden teşhis koymamız çok zor. Normalde başladığınız işi derhal bitirmenizi isterdim. Sonuçta Mısra kabul etmemiş."
Durup tepkimize bakan bu adam, anormal olanı söylemesi gerektiği bakışları görünce devam etti.

"Bu zamana kadar burada kalmak istemeyen hastam, nedense ısrarla burada durmak istiyor. Ve bana biri gelirse odasına girmesine izin vermemi, gelen kişiden de sizin haberiniz olmamasını istedi. Ayrıca... Gelirseniz de durumunun iyi olduğunu, burada beklemenize gerek olmadığını söylememi istedi." Sadece şef ile muhatap olup ben yokmuşum gibi konuşması gergin halimi daha da germişti.

O "birinin" ben olduğum düşüncesi tuhaf bir şekilde heyecanlanmama neden olmuştu. Anlaşılan Tarık'ı hayatına almayacağını söylese de onu bekliyordu. Peki şimdi ne yapacaktım?

Rabbini Kalbinde HissetWhere stories live. Discover now