-30.Bölüm- "Bir Tutam Sevgi"

3.2K 1.1K 114
                                    

Mısra.. Ah... Mısra...

Gökyüzüne bakınca deniz görmez insan. Gökyüzü gözlerinde denizi gördüğüm güzel... Sana bir şey olmasın.

Eve geldiğimizde kapı açık etrafta insan topluluğu vardı. Herkesin yüzünde bir korku...

Tam o an da olduğum yere mıhlanmama neden olan bir şey oldu.
Gelen ağlama seslerini bastıran bir ses...

Boğazını yırtacak şekilde bir çığlık... Mısra'nın ilk defa duyduğum ses tonu. Bir daha duymak istemeyeceğim ses tonu...

Mısra... Ah... Mısra...
Denize bakınca görülür gökyüzü. Deniz gözlerinde gökyüzünü gördüğüm kadın. Sonsuzum ol... Beni bırakma.

Merdivenleri hızla çıkıp odaya ulaştığımı Mısra'nın yüzünü görünce fark ettim. Zaten solgun olan yüzünün kalan kanının da çekilmesi, korkunç görünmesine neden olmuştu. Dağınık saçlarının uçları Mısra'nın her hareketinde sallanıp tekrar çıplak kollarında yerini alıyordu. Kan toplamış gözlerinin beni bulması, ona sımsıkı sarılmak istediğimi hissettirdi. Sanki sarılsam her şey geçecek gibiydi... İmkansızdı. Bunu, siyah gözlerime korkarak bakan kan toplamış gözlerinde görmüştüm.

"Mısra..." diye çaresizlik kokan ses tonumla mırıldandım.

"Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden?" diye tekrar bağırması ile birlikte ıslak teni, yeni gözyaşlarına yer açmıştı.

"Kızım, Tarık o. Hatırladın mı?" diye titrek sesi ile konuşmaya çalışan şef usulca yanıma gelip kulağıma yaklaştı.

"Tek çare sensin evlat. Sakinleşmesini sağla. Onu böyle görmeye dayanamıyorum."

Tek çare ben miydim? Sakinleşmesini nasıl sağlayabilirdim? Onu böyle görmeye dayanamayan tek kişi değildim öyle mi... Ben de dayanamıyordum ve elimden şu an ne gelir bilmiyordum. Ne ara bu kadar yakın olmuştum ona... Ne ara bu kadar acısını hisseder olmuştum?

Mantıklı düşünüp kendimi toparlamaya çalıştım. "E evet benim Mısra, Tarık... Sevdiğin adam."

Sevdiğin adam olmayı o kadar çok isterdim ki... 

Kekelesem de cesaret toplayıp bir iki adım ona yaklaştım. Gözlerini büyütmüş dikkatle beni inceliyordu.

"Hayır! Sen Tarık değilsin, yalan söylüyorsun! " diye bağırıp geri çekildi.

Zamanında mafyaların kafama dayadığı silahın içindeki mermiye o zaman ihtiyacım vardı. Çünkü o zaman ölmeli ve bunları yaşamamış olmalıydım. Ya da tam da şu an ölmek isterdim.

İki cümle ile nasıl biterdi insan? Mısra da bitmiş olmak demek, geçmişin de geleceğin de üzerinin siyah bir kalemle çizilmiş olması demek. Lanet olsun! Nereden anlamıştı! Her şey yoluna giriyor derken, neydi bu fütursuzca yıkım?

Ferhat'ın alelacele "Kızım, Tarık'ı nasıl unutursun?" demesi ile gözlerimi kapattım. Gözlerdi her şeyi ele veren...

"Ne istiyorsunuz benden? Allah aşkı için, doğruyu söyleyin!" diyen Mısra'nın bitmiş sesi beynimde adeta şimşekler çaktırdı.

Allah... Tabi ya!

Hızla gözlerimi açıp Mısra'ya yaklaştım.
"Mısra beni nasıl unutursun. Tarık ben... Biz namaz kılacaktık unuttun mu? " diye son umut konuştum.

Gözlerini kısarak beni inceledi.
"Tarık..." diye fısıldadı.

Bir adım daha yaklaşırken başımı salladım. "Evet güzelim..."

"Tarık, sen misin gerçekten?" diyen Mısra'nın ses tonunun bir an da değişmesi ürkmeme neden olmuştu. Hayal ile gerçeği, doğru ile yanlışı ayırt edemediğim noktadaydım.

Rabbini Kalbinde HissetWhere stories live. Discover now