8.

2.1K 225 154
                                    


•••

Her şeyin yoluna girdiğini sandığınız zamanlar vardır. Birçok şeyin düzeldiğini ve hayatınızın klişe bir tabir ile rayına girdiğini düşünürsünüz. Genelde insanların zihninde, başına gelen büyük sıkıntılardan sonra rahata kavuştuğunda sıkça kullanılan bir tabirdir bu. Gerçekten her şey anında rayına girer mi? Ya da demek istediğim, yaşanan onca şeyden sonra insanın küçük bir umudu olmasına rağmen gözünde büyütmüş olmasının bir sonucu olamaz mı bu ray? Gerçekten, çünkü ben nedense her şeyin daha da boka sardığını düşünüyorum.

Masamın üstündeki her şeyi bağırarak yerle bir ederken, hışımla dolabıma ulaştım. İçindeki kıyafetlerimi karşı koyulamaz bir öfkeyle, yırtarcasına ellerimin arasına alıp; odadaki herhangi bir kenara fırlattım. Duvar, yatak, belki de banyo...

Gözümden süzülen yaşların bir önemi yoktu çünkü üzüntü namına hiçbir şey hissetmiyordum. İçimde en ufak bir ağlama belirtisi dahi yokken ve sinirimi odamdaki bütün eşyalardan bir bir öc alırcasına çıkarırken nasıl üzgün olabilirdim ki? Elimdeki beyaz tişörtü iki elimle sertçe çekiştirerek, kumaş parçalarının ayrılmasını ve tozların havada hafif hafif dağılışını izledim. Gayet iyiydim.

Öfkemi kusuyorum.
Bakın, ben öfkemi eşyalardan çıkarıyorum; alçak insanlardan değil!

Duvarıma yapıştırdığım notlara koştum bir hışım. Diğer insanlar gibi derslerle alakalı notlar yapıştırmazdım ben kendi köşeme. Orada öyle şeyler olurdu ki, dışarıdan bakan biri için anlamsız gözükürdü. Her dilden bildiğim birkaç kelime ile harmanladığım cümlelerim vardı. Amaçlarımı, hayallerimi yazdığım post- itler ve gitmek istediğim yerleri işaretlediğim orta boyutlardaki dünya haritam. Düşüncelerim hiçbir şeyin tasasını taşımayan bir insanın fikir dünyası gibi gözüküyor olsa da, çok genişti benim dünyam.

Görünenin çok daha fazlası.
Bilinçaltımın derinlikleri ve ben.

Lakin... avucumu attığım duvardan, hepsini sökercesine çıkardım. Duvarımda kalan yapışkan izleri ve avuçlarım arasında kırışmış onlarca kağıt umrumda değildi. Masanın üstüne bıraktım duvarımdan aldığım kağıtları buruşturarak. Duvarda kalan ve renk renk olan diğer kağıtlarımı da alıp hepsini yırttım. Dudaklarıma kadar ulaşan ve uzun süredir aşina olmadığım gözyaşlarım ile hepsini bir bir yırttım. Sandalyemin yanına, yavaşça çökerken; göğsümü sıkıştıran şeyi serbest bırakarak içim çıkana kadar ağlamaya başladım. Yırttım ve söktüm bütün her şeyimi. Canım acımasına rağmen.

Bir cenaze yapıyor gibi hissediyordum.

Sanki biri ölüme yakınmış da, tanıdıkları ve onu sevenler, ona veda etmeye gelmişler gibi. O tanıdıkların arasında bir yerdeydim. Olanı biteni izliyor ve ölen kişinin hüznünü taşıyor olmalıydım. Bir kilise, yapılan hüzünlü konuşmalar ve arka sıralarda tanrıya inanmıyor olsa bile yakaran ben... Bir de tabut. Bulunduğum yerin kokusu ve olan her şey o kadar tanıdıktı ki, bilinçaltımda yatan gerçeği gün yüzüne acı da olsa çıkardım.

Kendimi öldürüyorum.

Anılarımı unutmak için, benliğimi siliyorum.
Kendimden vazgeçiyorum, geçmişin peşimi bırakması için.

Bir bir söktüğüm kıyafetlerim, kendimi yazdığım ve bütün hayallerimi kağıda döktüğüm post-itlerim, masamın üstündeki kitaplardan alıntıları yazdığım not defterim... Hepsini yok etmiştim. Hem de sadece birkaç dakika içinde.

he never knows // kaisoo Where stories live. Discover now