17.

1.6K 179 61
                                    

•••

Masamız ilk defa sessizdi.

Kimseden ses soluk çıkmıyordu. Yalnızca arada sırada ayağıma fark etmeden vuran Yixing beni canlı tutuyordu. Normalde olsa bu sürekli devam eden döngüsüne sert bir küfür savurur ve ayağına sert bir tekme yapıştırırdım ama şu an beni burada tutan tek şey buydu. Joonmyeon dahi ilk defa bizimle beraber bir faaliyet yapıyordu. Boş boş oturma faaliyeti. Cidden tam bir faaliyet(!) Durumumuza gülmek ile ağlamak arasında gidip geldiğim bir zaman dilimindeydim.

"Dışarıya mı çıksak?"

Jongdae, Yixing'in yüzüne tereddütlü bir bakış attıktan sonra; sanki ona yakalanmak istemiyormuş gibi yavaşça ensesini kaşıyarak sorusunu masaya yöneltti. Hepsinin bu denli tedirgin olmasını normal karşılıyordum. Dokunsan patlayacak olan bir bomba yanımızda oturuyordu ne de olsa.

"Bana uyar!" dedi hızla Joonmyeon, elini hevesle havaya kaldırarak.

"E yuh!" Jongdae ağzını hayretle araladı. "Beni mi bekliyordun, bu ne hız?"

"Senin kendini kurban edeceğini bildiğimden, on dakika otuz beş saniyedir bu anı bekliyordum. Eh," dedi Joonmyeon bilmiş bir tavır ile tek gözünü kırparak. "Beni her zamanki gibi şaşırtmadın."

"Bence," Derinden gelen sesi ile inledi Yixing. "Bu kadar erken karar verme."

"Neye?"

"Bir değil, iki kurban daha da hoşuma gider." Masanın üzerindeki elini yavaşça Joonmyeon'un dirseklerine yaklaştırırken, onun aksine daha tehditkâr bir şekilde gözünü kırptı. "Anlarsın ya?"

"Psikopat." Sandalyesini sürtünme sesi ile geriye iterken, yüzünü buruşturarak Yixing'den az da olsa uzaklaştı. "Bana bulaşma. Cidden, hiç havamda değilim."

"Sence ben, sizin Jongdae ile saçmalamanızı dinleyecek havamda mıyım yavru ceylanım?"

"Sen ne zaman havandasın ki?" dedi alayla Jongdae. "Yok kara salı, yok kara perşembe... Aydınlığa kavuştuğun günü göremedik henüz."

Pekâlâ. Dibine kadar haklıydı Jongdae. Ağzımı açıp, Yixing'i yerin dibine geçirecek bir şeyler söylemeye oldukça hazır olmama rağmen tek kelime etmedim. Bunun yerine içindeki kahve bitmiş olan karton bardağı dişimle ezmeye başladım. Yanımda bulutlu aurası ile oturan Yixing varken, birkaç kelime söylemek cidden zor geliyordu. Resmen üstüme çökmüştü depresif ruh halinin kalıntıları.

"Bana bulaşmak istemezsin..."

"Sen de bana bulaşmak istemezsin." dedim sakin bir şekilde bakışlarımı ona çevirerek. "Biraz daha gereksiz yere öfke saçmaya devam edersen, sorumlusu ben olmam."

Masaya oturduğumuzdan ve Jongdae'ye bana da bir kahve almasını rica ettiğim zamandan beri konuşmamıştım. Hiçbirinin damarına dokunmak istemediğimden mi yoksa kendi halimde bayat da olsa kahvemi yudumlamak istediğimden midir bilinmez, sessiz adam rolünü oynuyordum. Gayet de başarılı sayılırdım az öncesine kadar.

Bu söylediğimde tam anlamıyla ciddi olmadığımın farkındaydı herkes. Yine de sinir kat sayısımın hepsini ters köşe edip, suskunluğa mahkûm edeceklerini de biliyorlardı. Yixing, bana bakarak başını iki yana sallayıp kendi kendine bir şeyler mırıldanarak gözlerini kapattı ve bacaklarıma belli bir ritim vurmaya devam etti. Sinirliydi. Hem de çokça. Sebebini bilmesem de, bacağını sağa sola sallayarak kendini dizginlediğini anlamak zor değildi.

he never knows // kaisoo Donde viven las historias. Descúbrelo ahora