16. Bölüm

3.2K 293 26
                                    

Ortamda bulunan yüzlerce kişinin hiçbiri ile alakası olmadığından varlığını sorguluyordu Taehyung. Var olduğundan emin olsa bile neden buradaydı? Tamamen zorunlu bir şekilde geldiği bu ayki okul toplantısı -ki sadece ismi toplantıydı ve toplantı olmanın uzağından bile geçmiyordu- diğerleri gibi onu şaşırtmıyordu. Girişte imza attığı için gitmesinde bir sakınca yoktu, değil mi?

Bulunduğu masadan kalktı. Bir an önce dışarı çıkmak istiyordu. Kalabalık ortamları severdi fakat ilgi kendi üstünde olduğu zamanlarda geçerli olurdu bu. Şu an ise ona ilgi duyan bir kişi dahi yoktu(?)

Girişte görevlilere verdiği şemsiyesini aldı. Dışarıda hala yağmur yağıyor olmalıydı. Kısa ama istekli adımlarını çıkışa yöneltti. Tahmin ettiği gibi yağmur devam ediyordu. Üstelik artık daha hızlı ve çoktu.

Şemsiyesini açtı. Açılan şemsiye ile birlikte uçları şemsiyeye bağlanmış ipler ve iplere tutturulmuş fotoğraflar, kağıtlar vardı. Hemen karşıda bulunan küçük ama sevimli mekana geçti. İçeri girdiğinde şemsiyeyi indirdi ve üstünde hafif ıslanmış kağıt parçalarının iplerini söktü.

Ben o değilim.

Fark et beni!

Seni seviyorum Taehyung.

Ben o değilim de ne demek oluyordu? Bunu yapan her kim ise Jungkook olmadığını mı ifade ediyordu? Sıkıntıyla bir nefes verdi Taehyung. Ne yapması gerektiğini anlayamıyordu. Alt tarafı birkaç öğrenci için ne kadar gizemli bir yaşamdı.

Kapının hemen önünde beliren lüks araç dikkatini çekti. Dikkat çekmeyecek gibi değildi. Fazlasıyla özel kişilerin kullanımı için tasarlanmış gibi duruyordu ya da sadece zenginler için, canını sıktı.

İçini ısıtması için aldığı küçük boy kahveye gözlerini dikip düşündü. Düşündü, düşündü ama hiçbir çıkış yolu bulamadı. Çıkışı olmayan bir labirent gibiydi ve sağ elini duvara koyup ilerlemesi işe yaramayacaktı. Bu labirentlerden kurtuluş yoluydu ama onun kolunu kaldıracak hali yoktu. Yorulmuştu.

İçeriye başka birilerinin de girdiği temsil eden küçük çınlama ile başını kaldırdı. Gelen kişilere göz ucuyla bakmış tekrar kahvesine dönmüştü. Sıkılıyor, bunalıyor, daralıyordu. Elini tutabilecek kimse yoktu, daha doğrusu o kimseye güvenmiyordu. Güvenemiyordu.

Bir oyun olma ihtimali ile birlikte tamamıyla gerçekleri barındıran üç cümle olma olasılığı onu yakıp yıkıyor, yok ediyordu. Bu okula girmek için gece ve gündüzlerini harcamış olmasaydı kesinlikle gidebilirdi. Kimi kandırıyor, gidemezdi. Jungkook'u seviyordu.

Kısa süre içinde daha önce hiç görmediği bir çiçek bulmuştu. Aslında çiçek onu bulmuş, etrafına yayılmış, kokusuyla Taehyung'u zehirlemiş gitmesine izin vermiyordu. Taehyung, isteyerek ya da istemeyerek bu kokuya bağımlı olmuştu.

Jungkook pahalı bir uyuşturucuydu. Onu elde etmek için paradan daha fazlasını vermeniz gerekiyordu. Hatta para onun için hiçbir şeydi. Sevgi, ilgi, aşk, kendisi için bir gökyüzü istiyordu. Gökkuşağı olabilecek bir gökyüzü... Beyaza siyah olabilmek istiyordu. Renklerde gözü yoktu çünkü Taehyung'u bulmuştu.

Taehyung beyazdı ve içinde tüm ışıkları bulunduruyordu. Taehyung, beyaz bir renk değildi. Renkler birleştiğinde kirli bir kötülüğü oluştururdu. O beyaz bir ışıktı, diğer tüm ışıkları içinde bulunduran saf, temiz ve çocuksu bir ışık. Güneş ışığı, ay ışığı, karanlıktan korktuğunuzda kendinizi bulmanızı sağlayan bir mum ışığıydı.

Ruhunda kanatları olan bir çocuktu Jungkook. Sadece koyu, şeytanı andıran kanatları vardı fakat farkında değildi. Karanlık kanatlarını göremeden bir meleğe aşık olmuştu. Kendini ona mühürlemiş, ayrılmak istemiyordu.

O yanlıştı ama doğruyu seviyordu?

Hayır. Bu sadece bir oyundu. Ne Taehyung bir melekti ne de Jungkook şeytan. Birisi iyi birisi kötü değildi. Onlar da diğerleri gibi sadece gençti. Aşık olacaklar, terk edilecek, terk edecek, yanlışlar yapacak, doğruları bulacak, nefes alacaklardı. Onlar yaşayacaklardı. Gençliğin tadına varacak, mutlu öleceklerdi. Amaçları buydu, mutlu ölmek.

Mutlu ölmek için mutlu yaşamak gerekmiyordu. Öyle ki ağlayacaklar, koşacaklar, kesecekler, kesilecekler, kanayacaklar, bunlarla mutlu olacaklardı. Canları acıyacaktı, tenleri yanacaktı ama söndüreceklerdi. Birbirlerine ihtiyaçları olduğundan değil, birbirlerini istedikleri için birlikte olacaklardı. Çünkü aşk buydu. Karşılıksız yaşanmalıydı.

Bu da ikisinin arasına küçük bir cam kırığı olmalıydı. Geçecekti. Daha olumsuz anlamda hiçbir şey olmamışken kötüyü düşünmek anlamsızdı. Taehyung, Jungkook'un canı acısın istemiyordu. Cam kırıklarını tek başına toplayacak ve onun yanına gidecekti. Jungkook, Taehyung'un yaralarını saracak yeniden çok, çok daha fazla sevecekti. Bunun için savaşmalıydı. Elleri kanasa da, yorulsa da, acısa da başaracaktı. Çünkü gençti ve seviyordu. Bu yeterliydi.

MystérieuxWhere stories live. Discover now