25.Bölüm

9.8K 653 290
                                    

Hiç kimseyi kolaylıkla almadığım kaleme Barışı almama rağmen kendini oradan attırmak için elinden geleni yapmıştı. Arkadaşımı, ailemi, platonik aşkımı, kısacası her kesi kaybediyordum. Ben bir şey yapmadığım halde hepsi birer birer gidiyordu. Yalnız kalmakdan çok korkmama rağmen gidişlerine bir türlü engel olamıyordum.

Sinirin, kırılmışlığın verdiği duygu patlamasıyla yaşlar gözümden süzülmeye başladı ama bunu engellemeyi başarmıştım. Ağlamanın güçsüzlük olduğunu düşündüğüm için kolay kolay ağlamazdım. Beklemediğim bir anda bu duyguya yakalandığım zaman ağlamama kesinlikle izin vermezdim. Bu yaşıma kadar bağırarak ağladığımı hatırlamıyorum mesela.Belkide kendime izin vermeyerek büyük hata yapıyorumdur. Çünkü illerin birikimi kalbimin tam ortasında beni  öldürüyordu resmen. Buna katlanmak gün geçtikce daha zor bir hal alıyordu benim için ama yapacak hiçbir şeyim yoktu.

O kadar yavaş yürüyordumki, parkdan hala fazla uzaklaşamamıştım. Barışın benim için yaptıkları, bana verdiği değeri hatırladıkca ayaklarım gitmeme izin vermiyordu bir türlü. Derin bir nefes alıp tekrar yaptığım hareketi düşündüm ve hızla parka geri döndüm. Ona karşı büyük haksızlık yaptığımın farkına varmıştım. Her zaman olduğu gibi yine kırıp dökdükten sonra farkına varmama rağmen bir şeyleri telafi edeceğime emindim.

Parka geri döndüğümde Barışın hala bankta oturduğunu gördüm. Yanına gittiğimde başını kaldırıp sessizliyi bozmadan bana baktı. Gözleri kırmızıydı ama ağlamadığı her halinden belliydi. Sinirden kızardığını düşündüğüm için bir şey söylemeden yanına oturdum.  Bir süre hiçbir şey konuşmadan öylece oturduk. Benim ona karşı hiçbir kızgınlığım olmadığı halde onun hala kızgın olduğunu düşünmeden edememiştim. 

Sessizliğin artık iliğimize işlemeye başladığını hissettiğimde zorda olsa kısık sesle konuşdum.

"Özür dilerim."

Yüzünü elleri arasına alıp bir şey söylemeden bir süre kıpırdamadan öylece durdu. Bir anda sinirle yüzünü ovduktan sonra ayağa kalktı ve sırtını bana döndü. Omuzları sinirle nefes alıp vermesinden kaynaklı hızlı kalkıp iniyordu. 

Ayağa kalkıp yavaş adımlarla ona yaklaşıp elimi arkadan omzuna koyduğumda elektrik çarpmış gibi hemen elimden kurtulup bir kaç adım ileri gitti. Elim havada öylece boşlukta kaldığında hızla geri indirdim. Bu kadar fazla sinirlenmesine anlam veremiyordum. Sonuçta ikimizde bir birimizi istemeden bile olsa kırmıştık ve ben buna rağmen onunla aramı düzeltmeye çalışıyordum ama o hiç yardımcı olmuyordu.

"Barış."

Adını duymasıyla yavaş hareketlerle geri döndü. Bakışları o kadar hüzün doluydu ki, kalbime işlemişti gözleri. Kaşları üzüntüyle yukarı kıvrıldığında ağzım konuşmak için aralanmıştı ama hiçbir söz çıkmamıştı. Aklım tamamen durmuş ve bana yardım etmekden boyun kaçırmıştı resmen. 

"Özür dilerim Barış. Gerçekten bilerek yapmadım. Bir an kendimi kaybettim sadece."

Sonunda konuşmayı akıl edebildiğimde mantıklı konuşduğum için derin bir nefes verdim. Söylediklerimle Barışın gözleri dolmaya başlamıştı ama bu farklı bir şeydi. Ağlamıyordu, sadece gözleri tamamen sulanmıştı. Bir kaç adım bana yaklaştı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan derin bir nefes aldı. Ağzı konuşmak için aralanmıştı ama hala ağzından tek kelime çıkmamıştı. Bir kaç saniye kıpırdamadan bana bakmaya devam etti.

"Barış, iyi misin?"

Sorumla gözlerini benden kaçırdı. Sağ tarafa bakmaya başladığında merakla o tarafa baktım ama hiçbir şey yoktu. Sadece bana bakmamak için o tarafa bakıyordu anlaşılan. Geldiğimden beridir konuşmaması baya garip gelmeye başlamıştı. Çünkü tanıdığım Barış kolay kolay sessizleşmezdi. 

Yeniden elimi omuzuna koyduğumda hızla gözlerini bana kenetledi. Bu kez gözünden bir damla yaş yanağından ilerleyerek çenesine kadar yol çizmişti. Endişeyle gözlerimi büyüterek ona baktım.

"Barış, bir şey söyle lan."

Cümlem biter bitmez kollarını bedenime dolayarak hızla beni kendine çekti. Sarılışıyla afallamışdım.Şaşkınlığı yenmem uzun zamanımı almamıştı. Kendimi toparlayıp hemen sarılışına karşılık verdim. Gerçekten iyi olmadığını kollarımda titrediği zaman anlamıştım. Kötü hissettiğini anlamamla daha sıkı sarıldım.

Bir kaç dakikalık sarılmamızın ardından ayrıldığımızda Barış hiçbir zaman görmediğim bir ifadeyle karşıladı beni. Karşımda dağılmış bir Barış dururuyordu. Barışı bu kadar çok sarsan şeyin ne olduğunu deli gibi merak etsemde şu an sırası olmadığını bildiğim için sorumu sonraya erteledim. 

"İyisin, değil mi?"

Emin olmak için sorduğum soruya kafasını olumsuz anlamda sallayarak cevap verdi.

"Bak sana böyle bir şey söylemekle hatta yaptığımı biliyorum Barış. Gerçekten pişmanım. Asuyu sevdiğini göz önünde bulundurmadan konuştum. Ben..."

Konuşmamı bağırmasıyıa yarıda kesmek zorunda kalmıştım.

"Ne Asusu Efe? Sırf sen anlama diye götümü yırttım lan. Ve görünen o ki, işe yaramış. Ya sen aptalsın, ya da ben çok iyi rol yapıyorum."

Kaşlarımı çatarak devamını anlatması için bekledim. Aramızdaki az mesafeyi adım atarak kapamıştı. Elini yanağıma koyduğunda gözlerim şaşkınlıkla yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı.

"Asu falan behaneydi. Sırf seni anladığımı hisset diye yalan söyledim. Senin kendini anlayan insanlarla derdini bölüşdüğünü biliyorum, o yüzden beni daha yakınına bırak diye, acı çektiğinde yalnız kalma diye yalan söylemek zorunda kaldım."

"Sen..."

Üzüntüyle karışık gülümsemesi yüzünde belirmesiyle daha çok gerildim.

"Evet, sana tutuldum. Elindeki vişne suyunun pipetini açmaya çalıştığın gün kalbime işledin. Açılmamasına sinirlenip bir küfür savurduğunda sesini ilk kez duyduğumun farkında bile değildin. Sinirlendiğin için çatılan kaşlarının beni etkilediğini bilmeden pipeti açabilmek için son çare sinirle dişlerini geçirdin. O kadar farklıydın ki, tüm o kalabalığın içinde dikkatimi çekmiştin. Sinirlendiğin çok belliydi ama vişne suyundan ilk yudumu aldığında yüzündeki ifade usulca gevşemiş ve gülümseme belirmişdi. İşte o an tutuldum sana. "

ÇaresizlikOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz