AY-2

494 51 20
                                    

💎Medya: 🖤🖤🖤(Yabancı :))

💎💎💎💎💎💎💎💎💎💎
Duyu organlarım nihayet bu ufak şoktan çıkmış etrafı algılamaya başlamıştı.
Uçağın kalkacağına dair son anonslar yapılıyordu. Avuçlarım altındaki kaslı bedeni fazlaca gerilmişti. Kollarımı kavrayan parmakları gevşedi. Ben sarsak bir denge ile kalkmaya çalışarak, ingilice özür diliyordum. Hızla doğrularak  titreyen ellerimle beceriksiz bir şekilde çantamdan hap kutumu aldım. Sırt çantamı üstteki bölmeye yerleştirdim. Ve kemerimi titreyen parmaklarıma rağmen takabilmiştim.

Kucağına düştüğüm yabancı ise hiçbir şey söylemeden kollarını güğsünde birleştirmişti. Başını koltuğa yaslamış ve ağır hareketlerle gözlerini kapadı.
Yan koltuktaki ritmik nefesler alan yabancıya bir an gözlerim kaymıştı. Bir tabloya bakarken dalıp gitmek gibi düşündürücüydü yüzü. Yalan söyleyemezdim, güzel bir adamdı. Zümrüt yeşili gözlerini, kıvrımlı kirpikleri yaban çalısı gibi gizlemişti. Belli ki uyuyordu. Bir insan uyurken bile bu kadar ciddi durabilir miydi…  Saçmalama Gece! İç sesimin ikazı ile duran mantığım çalışmaya başladı. Hiç tanımadığım bu yabancıyı dakikalar boyu süzmüştüm. Utanç vericiydi.
Kemerimi çözdüm, o sırada cebimdeki ilaç kutusunun varlığı zihnimi deşmeye başladı. Uyku hapım. Sinir bozucu pisikoğumun bana fayda sağladığı tek şeydi bu ilaç.

Akşama ancak Türkiyeye ayak basmış olacaktım. Uyumalıydım, hayata verebileceğim en iyi mola uykuydu. Yanımdaki su şişesinin kapağını açtım, jelatininden kurtulan iki kapsül avucuma düştü. Kırmızı renkli kapsüle acıyla gülümsedim. Bu ilaç bile acizliğimin en resmi kanıtıydı.

Doktorun günde bir tane ikazını dinlemeyecektim. Ölmek benim için mükafattı. Ölürsem en azından bu haplara şükran duyardım. Uyanırsam da sessiz bir küfür ile nefes almaya devam ederdim. İşte bu kadar basitti. İlaç yutmaktan her ne kadar nefret etsem de tek yolu buydu. Beni uyutabilen ve birkaç saatliğine hayattan soyutlayan avucumdaki bu kırmızı boncuk taneleriydi.
İlk kapsülü dudaklarım arasına sıkıştırdım ve şişeyi aldım. Boğazıma dökülen her damla bu yabancı cismi mideme ulaştırma çabasındaydı. Ve şişenin yarısını içsem de ilkini yutmuştum.
Diğerini de aynı şekilde dudaklarım arasında tuttuğumda… yabancı? Dudaklarım arasındaki hapı saniyenin onda birinde çekip aldı ve ayağı ile ezmesi bir oldu. Bu adam uyumuyor muydu? Ona baktığımın fark etmiş miydi? Dahası hangi akılla ağzımdaki hapı alıyordu? Öfkeyle döndüm, tam konuşacağım sırada beni susturdu. Sakin ses tonu buz gibi soğuktu.
‘’ölmek için fazla cesaretlisin’’ , ah bu ne demekti şimdi.
‘’gereken de bu zaten…’’ yine sözümü kesti. Onaylamaz bir reflex ile gözlerime baktı.
‘’yanlış. Her şeyin uygun bir zamanı var’’, neyin zamanıydı? Ölmek için bundan daha iyi zaman olamazdı. Bilmeden yargıya varmaya çalışıyordu.  Sessiz kalacaktım. Bu kaçık herifle felsefe yapacak bir zihnim yoktu. O beni umursamadan cümlesini tamamladı.
‘’mutlu olduğun vakitte ölmelisin’’ bu adam bir seri katil falan mıydı? Bu sadistçe bir teori. Bu sefer susamadım. Vicudumdaki adrenalin çenemi tutmama engel oldu.
‘’mutlu olacak kadar aciz değilim’’ evet mutluluk acizlikti, mutluluk kaybetme korkusu demekti. Ve ben artık mutlu olacak kadar aptal değildim.
‘’ölmek için kaybedeceğin çok şey olmalı’’
‘’neden?’’ sormadan yapamadım.
‘’ ölümün tadına varabilmek için’’

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Where stories live. Discover now