AY-21

176 9 2
                                    


Saatlerdir odamdaki şöminenin karşısında yatıyordum. Yerdeki ufak yün halının üstünde cenin pozisyonu almış ve yanan odunların çığlıklarını dinliyordum. Mavi gözlerim bile artık dönüşümümün bir parçası haline gelmişti ve yavaş yavaş kehribar rengi almaya başlamıştı. Bir taraftan üstün güce ve yeteneklere sahip olmak tarifsiz bir haz verirken bir taraftan içimde büyüyen kan güdüsüne karşı koymak her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Dönüşümümü tamamlamam için çok az bir vakit kalmıştı. Bu ay ki dolunayda tamamen bambaşka bir varlığa dönüşecektim.
Su elementi vampiri olacağım için tenim buz gibi olacaktı. Yaşadığım susuzluk ise artık o kadar masum değildi. Damarlarımdan artık kan değil buz mavisi bir sıvı akıyordu. Su vampirine dönüştüğümün en büyük kanıtı damarlarımda artık gökyüzü maviliğinde bir deniz taşıdığımdı. Yekta ve Nevena avlanmak için son üç gündür yoklardı. Ben ise Erez ile o günden sonra olabildiği kadar karşılaşmamaya çalışıyordum. Yemek ihtiyacım dışında odamdan çıktığım yoktu. Defile için son tasarımları çiziyor gündüzleri ise kütüphanede vakit geçiriyordum. Son günlerde Erez’in kütüphanesindeki kitaplardan başka konuştuğum kimse yoktu. Arada şirketten gelen maile cevap veriyordum ve hayattan yavaş yavaş soyutlanmaya başlamıştım. Yalnız hissetmiyordum sadece garip bir şekilde bu yalnızlığa ihtiyaç duyuyordum.
Kasım ayının sonlarına gelmişti takvim yaprakları. Hemen hemen her gün yağmur yağıyordu. İzmir’in yüksek bir kesiminde olduğumuz için büyük ihtimal karı da görmemiz mümkündü. Ben ise artık eskisi kadar üşümüyordum. Bir yanım çok kırılgandı bir yanım ise kaya gibi sert. Bazen çok güçlüyken bazen de nefes almak için bile gücüm olmuyordu. Dönüşümün son evresinde olduğum için Yekta bu ani dengesiz durumların çok normal olduğunu söylese de artık bitsin istiyordum. Kütüphanedeki ansiklopedilerden öğrendiklerim sayesinde ise artık uyuyamıyordum. Karadut lanetinden sonra elementlerin asıl muhafızları olan vampir konseyi de bu lanetten asıl payını alan kişilerdi. Normal vampirlere göre kat kat fazla cezalandırılmışlardı.
Hikayeye göre karadut, öldürülen aşıkların kanıyla sulandıktan sonra ilk kanlı meyvesini vermişti. En başta konsey üyeleri lanetlenmişti ve su vampiri konseyinin bedeni yarı yılan yarı insan haline dönüşmüş ve bedeninin tamamı pullarla kaplanmıştı. Ateş vampiri konsey üyesinin ise bedeni tamamen kayalardan oluşarak taşlaşmış bir yaratığa dönüşmüş, toprak konseyi vampiri de bütün bedeni bataklık çamuruna çevrilmişti ve hava konseyi vampiri ise bedeni simsiyah zehirli bir dumana dönüşmüştü, ratık bir bedeni dahi yoktu ve sadece zehirli dumandan ibaretti. Pyramus ve Thisbe’yi dut ağacının altında öldüren vampir elbette ölüm ile cezalandırılmış ve yakılarak yok edilmişti. Ama bu, Pyramus ve Thisbe’nin öldüğü gerçeğini değiştirmediği için lanete engel olamamıştı. Lanetin asıl sebebi, vampir kadının insan avlaması değildi iki aşık insanın içindeki kan güdüsüyle katletmesiydi. Aşıkların kanı, laneti getirmişti. O günden sonra ise konsey vampirleri yeraltına çekilmişler ve yaratığa dönüşen bedenlerini gizlemeyi tercih etmişler. Laneti bozabilecek bir bilgi yoktu. Neredeyse bütün ciltleri ayrıntısıyla okuyor ve inceliyordum ama hiçbir bilgi bulamamıştım.
Yekta ve Erez muhafız vampirleriydi ve bu görev için dönüştürülmüşlerdi. Margo’nun sevgilisi Alis, konseyden izinsiz dönüşmüş ve bu yüzden Yekta ve Erez görevleri gereği Alis’i öldürmüşlerdi. Ben de yasak dönüşen bir vampirdim ve Erez ile Yekta beni öldürmedikleri için görevlerine ihanet etmişlerdi. Vampir olmak her ne kadar benim suçum olmasa da sonuçta yasağı çiğnemiştim ve cezam ölümdü. Konsey vampirleri ve yeryüzündeki diğer muhafızlar varlığımı öğrenene kadar benden haberdar olmayacaklardı. En azından dönüşümümü tamamlayıp tam gücümü elde edene kadar korunmalı ve saklanmalıydım. En güvenli yer ise tabi ki Erez’in eviydi. Bir muhafızdan kim şüphe ederdi ki?
Telefonumun bildirim sesi ile derin düşüncelerimden dengesizce sıyrıldım. Gelen mail Bilge dendi, iki gün sonra Tokyoda yapılacak defilenin son hazırlıklarını tamamladıkları hakkında detaylı bilgi veren bir mesaj atmıştı. Bilge, Efe ve ekipteki diğer kişiler iki hafta öncesinden Tokyo’ya gitmişlerdi bile. Sadece son iki gün vardı ve ben hala Tokyo’da değildim. Haftalardır konuşmadığım Yabancının evinde bir hayalet gibi varlığımı sürdürüyordum. Defile için her şey hazırdı ben haricinde… Gelen kutusundan çıktıktan sonra haberlere bakmak ve dünyadan haberdar olmam gerektiğine karar verdim. Son zamanlarda o kadar asosyaldim ki neredeyse telefonumun varlığından haberdar değildim. Birçok magazin haber başlıklarını ilgisizce maraton bir ses tonuyla okumaya başladım. O bunu aldatmış, bu şuna bunları demiş vs, vs…
‘’Sancar Holding’in yurt dışı temsilcisi olan Ceo Leo E. trafik kazasında hayatını kaybetti.’’
Okuduğum son başlıkla birlikte dudaklarımdan firar eden ufak çığlıklar ile telefonum elimden oturduğum parkeye düştü. Hızla telefonu tekrar parmaklarımla kavrarken haberin detayını okumaya başladım. Yazılan habere göre yüksek promilde alkol aldığı ve alkollü şekilde araç kullandığı için kaza yapan Ceo, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı yazıyordu. Yutkundum, dilim damağım kurumuştu. Bu bir tesadüf müydü? Telefonu sıkıca kavrayarak hızla odamdan çıktım ve merdivenlerden inerek aşağı kata ayakbastım. Salonda televizyondan yayılan haberin sesi kulaklarıma doldu. Az önce okuduğum haberi kadın spiker son dakika haberi olarak sunuyordu. Saate baktığımda çoktan akşam on olmuştu ve gece ajansı başka haber yok gibi sürekli bu kazayı tekrar ediyorlardı.
Erez geniş L koltukta oturmuş sağ bacağını sol dizinin üstüne atmıştı. Elindeki içki kadehinin içindeki buzları süzüyordu. Düşünceliydi ve kadehi gereğinden fazla sıkıyor gibiydi. Yanına yaklaştığımda kısa bir an ona yaklaşan bedenime baksa da tekrardan içki bardağının dibe çökmüş buz parçalarını seyretmeye devam etti. Aradaki sinir bozucu sessizliğe nokta koydum. İşaret parmağım ile televizyondaki haberi gösterdim.
‘’Onu sen mi öldürdün?’’ usulca bakışlarını bedenimde gezdirdi, şort giydiğim için çıplak kalan bacaklarımda bakışları birkaç saniye oyalandıktan sonra tembel bakışlarını gözlerime sabitledi.
‘’ne önemi var?’’ dedi sıradan bir ses ile.
‘’onu öldürmen gerekmezdi, şirketinde işe girmem için bunu planlayan…’’ öfkeyle ayağa kalktı
‘’bunu planlayan ben değildim! Ne pahasına olursa olsun, canıma dokunanın canını sökerim seni akılsız!’’ bana canım mı demişti? Barda beni taciz etmeye çalışan adamı gerçekten de öldürmüştü. Az önce bana akılsız mı demişti O!
‘’sensin akılsız!’’ kemikli parmaklarını gür saçlarına geçirirken derince bir soluk çekti. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. İrkilsem de geri adım atmayacaktım.
‘’her işi kafana estiği gibi yapıyorsun, benim adıma kararlar alıyorsun ve dahası bu yapığın normalmiş gibi umursamazsın! Başına buyruk davranmayı kes artık!’’ sinirle dudaklarından buz gibi bir tebessüm döküldü. Yaklaştı yaklaştı ve ayakları ayaklarımın dibinde durdu. Elleriyle yüzümü avuçlarken alnımı alnına yasladı. Acıyla nefesini dudaklarıma üflerken sıcak nefesleri ruhumun ücra köşelerini kavurmaya yetti. Baş parmakları yanağımı okşarken gözlerini sıkıca yumdu ve tekrar açtığında zehir yeşilleri, katran karasına  kafa tutacak kadar koyulaşmıştı.
‘’Sen ölümlün kıyısındayken, aldığım her nefesi hesaba çektiğimden haberin bile yok Can Sızım.’’
Kelimeler dudaklarından tek tek içimdeki taze yaralara döküldü. Dudaklarım mühürlenmiş gibi aralanamadı, konuşamadım. Yalnızca gözlerine gözlerim takılı kaldı. Kırışmış gömleğinin düğmelerini tek tek çözmeye başladı. Ne yaptığına anlam veremeden donuk bir ifadeyle parmaklarını takip etmeye başladım. Son düğmeyi de açtığında gömleğini sol göğsünün üstünden sıyırdı. Gördüğüm manzara karşısında dilim tutulmuştu.

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Où les histoires vivent. Découvrez maintenant