AY-25

135 2 0
                                    

Medya: Tokyo National Museum (Defile mekanı)

''Kehribara dönüşen harelerin lav okyanusu gibi...''

İrislerini bal rengi gözlerime kenetledi.
''Kırmızı olurlar mı?'' çekinerek sorduğum soruya beğeni dolu sırıtışıyla karşılık verdi.
''Sadece susuzluk hissettiğinde kırmızıya dönüşür. Sonrasında hep lav okyanusu kalırlar Gece.''
''Güzel.''
''Evet çok güzel. Çıkalım.''
Hızla yanıma gelerek elimi eline kenetledi. Asansör kullanmamıştık. Erez beni sırtına alarak binanın çatı katına çıktık. Adım adım kenara geldik, binanın en tepesinden aşağı baktı. Tam elli katlıydı ve aşağıdaki kalabalık insan grupları çok küçük görünüyordu. Sırıtarak başını bana çevirdi.

''Hazır mısın güzelim?'' ''Evet!'' çocuk gibi bacaklarımı salladım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


''Hazır mısın güzelim?''
''Evet!'' çocuk gibi bacaklarımı salladım. Kollarım boynunu sıkıca sararken sağ ayağını boşluğa attı. Hızla yere düşerken gözlerimi kapatmıştım ki seslenişi dikkatimi dağıttı.
''Gözlerini aç!''
Kirpiklerimi zorla aralarken yer çekimi ile dibe sürükleniyorduk. Saçlarım etrafımda savrulurken nefesimi tuttum. Müthiş bir hızla düşüyorduk. Bir anda neler olduğunu kavrayamadan bedenimi sırtından kucağına çekerek güçlü kolları belimi kavradı. Koyu yeşilleri kehribar harelerime kilitlendi. Düşüşümüz umurunda değildi, o vampirdi ve bu Onun için sıradandı. Bedenim kolları arasında titredi. Anın şokunu atlatamadan dudakları dudaklarımı örttü. Bacaklarımı iri bedenine sararak gözlerimi zehir yeşili gözlere kapattım. Boşlukta düşerken dudakları dudaklarımı işgal ediyordu. Saniyeler toz zerrelerine ayrılarak etrafımıza saçılmıştı sanki. Zamanın kum saati ellerimizdeydi ve kumların düşüşüne hükmediyor gibiydik. Vaktin oyuncağını çalmış iki çocuk gibi zamanı tehdit ediyorduk sanki.
''Seni seviyorum Can Sızım.'' Kelimeler sıcak nefesleriyle dudaklarıma saçılırken alnını alnıma yasladı. Yere temas ettiğinde boynuna sardığım kollarımı sıkılaştırdım. Sertçe zemine çarpan ayaklarının sesiyle kız çocuğu gibi başımı göğsünde gizledim. Nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken başımı ürkekçe kaldırarak gözerimi araladım. Alnıma ufak bir öpücük kondurdu. Etrafıma bakındığımda kimsenin olmadığı dar bir sokaktaydık. Kucağından inerek dengemi sağlamak için ellerim hala göğsüne dayalıydı. Birkaç saniyeden sonra elimi yine avcu arasına hapsederek caddeye yürüdük. Cadde oldukça kalabalık bir insan seliyle çalkalanıyordu. Bir adım gerileyerek derince soludum. Erez ile birbirimize baktığımızda tedirgince dudaklarım hareketlendi.
''Kendimi kontrol edememekten korkuyorum.''
''Yanındayım, sadece uzun süre göz teması kurma ve insanların boyunlarına bakmamaya çalış.'' Saç tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Başımı salladım.
''Pekala.'' Kalabalığa karışırken Erez kolunu omuzuma atarak başını kulağıma yaklaştırdı?
''Acıktın mı?''
''Hangisine soruyorsun?'' Kıkırdadım.
''Hangisi cevaplarsa.''
''İnsan olan yanım acıktım diyor.''
''Hım, tamam.'' Küçük tebessümü yüzümü aydınlattı.
Elindeki siyah maskeyi bana uzatırken konuştu.
''Burada sürekli kullanılan bir şey.'' Diye açıkladı.
''Tamam.'' Maskeyi taktığımda Erez yüzüme dikkat kesildi.
''Gözlerin daha fazla fark edilir oldu. Dişi vampir.''
Saçlarımı öperken yavaş yavaş sokakta ilerlemeye başladık. İlerideki yaya geçidi en az etrafım kadar kalabalıktı. Binlerce insan aynı anda karşıdan karşıya geçiyordu. Tuhaf olan dar sokaklardaki kalabalığa rağmen insanlar asla acele etmiyor ve herkes birbirine saygıyla davranıyordu. O hengamenin içinde insanlar birbirleri karşısında eğilerek selamlaşıyorlardı. Gülümsedim. En çok dikkatimi çeken şey ise etrafımda sıkça rastladığım çekik gözlü, beyaz, tombul yanaklı Japon bebeklerdi. O kadar tatlılardı ki gözlerimi alamamıştım. Oyuncak bebek gibilerdi.
Restoran ve kafe dükkanlarının tamamı cam ile kaplıydı ve masada oturan insanlar dışarıdaki akıp giden kalabalığı seyrediyordu. Japonya'nın geleneksel et yemeğinde karar verdiğim için büyük bir Teppanyaki restoranına girdik. Mekan, Uzakdoğu'ya özgü bambu ağırlıklı, kırmızı aksesuarlar, geleneksel biblolardan oluşan ve tamamı camla kaplı ferah bir ortamdı. Geniş tezgahlardaki şefler, çelik tavalar üzerinde pratik el becerilerini sergileyerek siparişleri hazırlıyorlardı. Her tezgahın tavanında yemek listeleri vardı. Tabi Japonca bilmediğim için Erez çevirmenlik yapmıştı. Hayret edeceğim düzeyde iyi Japonca konuşabiliyordu. İçecek tercihini Erez'e bırakarak masaya oturduk. Dışarıda tam anlamıyla insan seli vardı. Dalıp gitmişken gelen garson eğilerek bizi selamladı. İçecekte de kocam da benim gibi geleneksel bir lezzet tercih etmişti. Votka ve nane yapraklarından oluşan karışımı ile servis edilen Sake Mojito söyledi. Maskemi çıkararak masaya bıraktım. Erez gelen içeceği yudumlarken beni izliyordu. Yemeğimi iştahla yiyordum. Farklı sebzeler kullanılarak hazırlanan sosa bulamış kızartılmış et lezizdi. Gülümseyerek başımı salladım.
Tebessüm etti, ''Bana bakarsan yemek yiyemem.''
''Açlık duygusunu unutalı yüzyıllar oldu. Sadece yemek yemen biraz tuhafıma gidiyor. ''
Dudaklarımı peçeteyle temizledim.
''Benim kan için susuzluk hissetmem kadar tuhaf olamaz.''
Başımı salladım.
''Belki de.''
Gülümsedi ve başını cama çevirerek manzarayı izlemeye başladı. Restorandan çıktığımızda sokakta bekleyen çekik gözlü esmer adam bizi selamlayarak gülümsedi. Yanında duran yarış motorunu işaret ederek Erez ile konuşmaya başladı. Erez anahtarı takım elbiseli adamdan alarak elini belime yerleştirdi.
''Japon asaleti: Suzuki GSX-R 1000.''
Vay canına! Gümüş renkte jantlardan oluşan ve buz mavisi rengi ile asi bir kuğu gibiydi. Yarış motoruna hayranlıkla bakarken Erez, kaskı uzattı.
''Hızı seviyorsun.''
Göz kırptı.
''Elbette.''
Saçlarımı arkaya atarak kaskı başıma geçirdim. Şehrin dışına çıktığımızda Erez motorun hızını sonuna kadar deniyordu. İki tarafına tepeler ve bambu ağaçlarıyla kaplı yolda ilerliyorduk. İlk başlarda Erez'in sırtına sıkı sıkı sarılsam da süratin girdabına kapıldıkça rahatlamıştım. Yalnızca çığlıklar atarak hızın keyfini çıkarıyordum.
Issız dağların kuytularına gizlenmiş bütün yabani hayvanların sesini duyabiliyordum. Dağın eteklerindeki yaban geyiğinin kokusunu duydum. Kalbinin atışını, damarlarına pompalanan kanın akışkanlığını, ürkek bakışlarla ormanın derinliklerinde dolaşmasını... Artık tanıdığım yakıcılığı boğazımda bir kez daha hissetmeye başlıyordum, tek farkı daha yoğun, daha çıldırtıcı ve kontrolsüz olmasıydı. Erez sıklaşan nefeslerimi fark ettiğinde hızını düşürmeye başlamıştı. Çok geçti. O bile içimdeki güdüyle başa çıkamazdı. Motordan atlayarak kayalıkları hızla tırmanmaya başladım. Ayak bastığım her kayalık gücüm karşısında çatlamaya başlıyordu.
Erez' in seslenişi yalnızca uğultudan ibaretti. Birkaç kaya parçası aşağı yuvarlanırken tepeye ulaşarak durdum ve birkaç saniye avımın sesini dinledim. Erez arkamda belirdiğinde temkinle kollarımdan tuttu. Benliğimi yitiriyor gibiydim. Erez'e döndüğümde irislerindeki yansımam, kan kırmızısına dönüşen gözlerimdi. Köpek dişlerim kurt dişleri gibi uzun, keskin ve parlaktı.
''Dur, kendini kontrol altına al ve avına yaklaş Gece.'' söyledikleri içimde parçalanarak cam kırıklarına dönüşüyordu. Vahşice, sevdiğim adamı ittim, hızla sürüklenerek kayalığa çarptı. Sırtı kayalıklarda tok sesler bırakırken doğruldu ve elini uzattı. Temkinle birkaç adım yaklaştı. Aradaki mesafe azalırken boğazımdan bir hırıltı döküldü.
''Yaklaşma!''
Çıldırmış gibiydim, kontrolsüz ve zapt edilemez bir haldeydim. Kulaklarıma dolan ses ile yutkundum. Avım yaklaşıyordu, adım adım ölümüne geliyordu. Tırnaklarım jilet gibi keskin ve uzun pençelere dönüştü. Bu ilk defa oluyordu. Erez'i arkamda bırakarak avımın kalp atışlarının sesine doğru koşmaya başladım. Kilometreler anlamını yitirmişti, saniyeler sonra ağacın tepesine tüneyerek aşağıdaki avımı izlemeye koyuldum. Siyah yaban geyiğinin derisi altındaki atar damarı duyuyordum.
Dişlerim sızlıyordu, dayanılmaz bir şeydi.
Erez metrelerce uzaktaki bambu ağacında beni izliyordu. Birkaç saniyeliğine baktığımda ''Sakin ol.'' Diye fısıldayarak uyardı. Başımla onayladım. Metrelerce yükseklikteki bambudan toprağa atladım. Avım can havliyle koşarken hızıma yenilmişti ve pençeleşen tırnaklarımı derisine geçirmiştim. Yerde birkaç metre yuvarlandıktan sonra bedenimin altına devrilmiş geyiğin göz bebekleri küçüldü. Dişlerimi şah damarına geçirirken sıcak kanın boğazımdan dökülüşünü hissettim. Sıcak, taze ve kışkırtıcıydı.
Son yakut rengi damlayı da dudaklarımdan temizlerken doğrularak cansızca yerde yatan avıma baktım. Bomboştum, kasırga sonrası enkaza dönüşmüş gibi yıkık döküktü zihnim. Nabzım normale dönerken tırnaklarım eski halini aldı. Dişlerim kısalarak normale dönüşmüştü. Erez ağaçtan yanı başıma atlarken hayranlıkla beni izliyordu. Üzgünce gözlerine baktım.
''Canını yakmak istememiştim ama kendimi kontrol edemedim, Özür dilerim Erez.'' Histerik bir tonda dudaklarını aralayarak konuştu. ''Tahmin ettiğimden çok fazlası...'' dedi. Yaptığı yorum ürkütücüydü.
''Çok canın acıdı mı?''
''İnsan olsam omurgam parçalanabilirdi ama hayır.'' Alayla dudakları kıvrıldı.
''Güzel.'' Sakinleşmiş ve durulmuştum.
''Ne kadar vahşi ve seksi bir dişi olduğun hakkında bir fikrin var mı?'' gözlerimi baydım.
''Kontrol edilemez bir kan emiciyim. Bu çok tehlikeli!''
''Tehlikeli ve seksi...'' Endişemi umursamadan sertçe belimi kavradı ve dudakları dudaklarıma dokundu. Geri çekildiğinde hipnoz olmuş gibi başını iki yana salladı.
''Nefesin kan kokuyor, bu çok kışkırtıcı kahretsin!''
Üstünde bıraktığım etki buydu. Kışkırtıcı, ölümcül ve arzu dolu bir his... Yutkunarak birkaç adım geriledi.
Uyardım, ''Avlanmalısın.''
İtiraz etti. ''Defileden sonra.''
''Pekala...''
Yutkundu, yutkundum.
''Gözlerin ilk defa kırmızıya dönüştü.''
Onayladım, ''Evet.''
''Mükemmel görünüyordun.''
İltifatı karşısında konuşmayı bile beceremiyordum.
''Güzel.''
''Evet, çok güzel.''
Otele döndüğümüzde üstümdeki kan lekelerini yeni fark ediyordum. Beyaz atletime sıçramış kırmızı damlalar yutkunmama sebep oldu. Erez boynumu öperek yumuşak sesle konuştu.
Nefesi boynuma çarptı, ''Hazırlanmalısın.''
''Tamam.''
''Kuaförler yarım saate burada olurlar.''
Başımı sallayarak onayladım.
''Duşa girmeliyim.''
Diyerek banyoya ilerledim.
''Terasta bekliyor olacağım.''
Sırıttım, ''Anlaştık patron.''
Kanlı kıyafetlerimden kurtularak bir alışveriş torbasının içine koydum ve çöpe atmak için bir kenara bıraktım. Bütün çamaşırlarımdan kurtularak kabine girdim ve sıcak suyun akışını hissettim. Boynumdaki kurumuş kan lekelerini temizleyerek suyla akıp gitmesini izledim. Kan izlerinin varlığını tamamen tenimden sildiğimde Erez'in her zamanki duş jelini ve şampuanını kullandım.
Bornozumu giyip kuşağını bağladıktan sonra amber ve toprak kokan saçlarımı tarayarak tekrar nemli kalması için havlıya sardım. Banyodan çıkarak beyaz pamuklu terliklerimi giydim ve dolabın kapağını araladım. Hangi elbiseyi giyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bunun için en doğru kişiden fikir almalıydım. Yatağın üstündeki telefonumu alarak Niv'in numarasını tuşladım.
''Gece?''
''Merhaba Niv. Nasılsınız?''
''Burada bir sorun yok, sen nasıl hissediyorsun?''
''Bu gün ilk avlanma deneyimimi yaşadım.''
''Kulağa ürkütücü geliyor. Nasıldı peki?''
''İçimdeki kan güdüsüyle baş etmek her gün daha da zorlaşıyor Niv.''
''Zamanla üstesinden geleceksin tatlım inan bana.''
''Umarım...''
''Defileye hazır mısın peki?'' gergin havayı dağıtmak için konuyu değiştirdi.
''Aslında yardımına ihtiyacım var.''
''Ah bunu duyduğuma sevindim!'' çocuk gibi heyecanlı sesi kıkırdamama sebep oldu.
''Neredesin?''
''Dostlarımızla birlikte müzenin çevresini keşfediyoruz. Her şey yolunda.''
''Pekala, o zaman yardımın için mesaj atacağım adrese gelmelisin.''
''Büyük bir zevkle.''
Adresi gönderdikten kısa bir süre sonra odanın balkonundan gelen ses ile Niv'in geldiğini anladım.
Kıkırdadım, ''Normal birisi gibi kapıdan gelmeyi deneyemez misin?''
''Im, hayır.''
Verdiği cevap ile ikimiz de gülerken Niv'e sarıldım. Niv saçımı okşarken sarılmama samimiyetle karşılık verdi. Kapı çaldığında kollarımı Niv'in ince belinden ayırarak kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Japon bir bayan ve bir erkek eğilerek beni selamladılar. Ellerindeki çantalardan kuaför olduklarını anlamıştım. Neyse ki İngilizce biliyorlardı ve kendilerini tanıttıklarında içeri kabul ettim. Kırklı yaşlarının sonlarında karı koca olan çift hızla işe koyulurken ben sadece aynanın karşısındaki masaya oturdum. Nasıl bir saç istediğimi sorduklarında hiçbir fikrim yoktu. Tam dudaklarımı araladım ki o anda elbise dolabını içine dalmış olan Niv kıyafetler arasından başını zorla çıkararak cevap verdi.
''Dağınık bir örgü olmalı.''
''Elbiseyi seçmedik?''
Sorduğum soruyla elindeki elbise askısını kendine yaklaştırdı ve kibirle gülümsedi.
''Seçimi yaptım bile, güven bana mükemmel olacaksın hayatım.''
''En azından rengini söyler misin? Onu ben giyeceğim.'' sitemime aldırmadan şaşkınca bizi izleyen çifte döndü.
''Çok sıkı olmayan, gayet doğal bir balıksırtı modeli istiyorum. Yan taraflardan bukleler çıksın. Ayrıca örgülere seyrek şekilde parıltılı halka küpeler takılsın.''
''Peki efendim.'' Çifti onaylayan Niv elindeki askıyı bana doğrultarak tek kaşını kaldırdı.
''Elbise kan kırmızısı.''
Yutkundum. Niv özgüvenle sırıtırken ben şaşkınca onu izliyordum. Makyajım saç modelim kadar doğaldı. Tek çöze çarpan koyu kırmızı, mat rujumun rengiydi. Makyaj ve saçım tamamlandığında çift odadan selam vererek ayrıldı. Niv elindeki elbiseyi bana vererek büyük bir ciddiyetle elindeki iç çamaşırlarımı da uzattı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Elbise göğüslerimi toparladığı için sadece alt çamaşırımı giymiştim. Elbiseyi tamamen giydiğimde askılarını omuzlarımda yükselterek aynadaki son görüntümü inceledim.
Üstü tamamen dar, derin v göğüs dekoltesi vardı ve aynı dekolte sırtımdan belime dek sürüyordu. Bu sayede sırtımın tamamen çıplak kalmasını sağlamıştı. Elbisenin tamamı ipekten olduğu için oldukça hafif ve ince bir kumaşa sahipti. İnce askıları elbiseyi bedenime sabitleyen tek şeydi. Etek kısmı oldukça bol ve bacağımdaki jartiyerin hemen hizasında biten derin bir yırtmaca sahipti. Vay canına! İnce ten rengi çorabım görünüşte varlığını hissettirmiyordu. Ve yürüdüğümde sol bacağım, derin yırtmacı ile tamamen öne çıkıyordu. Bir an Erez aklıma gelerek tedirgin oldum. Niv ise eserine gururla bakan bir heykel tıraş gibi bedenimi baştan aşağı süzüyordu.
''Evet ben gerçekten modanın kraliçesiyim ve sen de baş yapıtımsın Gece!'' k
Kibirle gülümserken bir çocuktan farkı yoktu. Sevimli ve tatlı ukalalıkları gülümsetse de inkar edemezdim, harika seçimler yapmıştı.
''Teşekkür ederim moda deham!''
Söylediğim iltifat ile baygın bakışlarla kibirlense de kıkırdadı.
''Elbette tatlım, her zaman. Şimdi son dokunuşları yapma zamanı.'' Diyerek saçımdan dökülen ufak bukleleri parmaklarına dolayarak biraz daha kıvırdı ve bıraktı. Ayakkabılarımı da eteklerimin dibine bırakarak doğruldu.
''Gümüş renkte stiletto ile hazırsın.'' Ayakkabılarımı yatağa oturarak giydiğim sırada kapının sesiyle başımı kaldırdım.
''Bence son dokunuşu ben yapmalıyım.''
Sesin sahibi beni arzuyla süzen kocamdı. Ah siyah, yakaları kadife detaylarla parlayan dar bir smokin giymişti. Yakasına platin tokalarını takmış ve baştan aşağı siyahlar içindeydi. Tek eli cebinde ağır hareketlerle yaklaşarak tam yanı başımda durdu. Soluğum teklerken Niv çoktan odayı terk etmişti.
''Kışkırtıcı bir renk?'' b
Beklentiyle bakan gözleri bedenimi dağlıyordu sanki.
''Niv'in seçimi.''
''Güzel ve bir o kadar kışkırtıcısın...''
Yutkunurken adem elması hareketlendi.
''Defilenin tasarımcısı olarak uygun olmalıydım değil mi ama?''
Şirince gülümsedim.
''Fazlası olmuşsunuz Hanımefendi.'' Tek kaşı havalandı.
''Karınızla flört mü ediyorsunuz Bay Sancar?''
''Aynen öyle yapıyorum Bayan Sancar.'' Kıvrılan dudağını dişiyle hafifçe ısırarak elleri çıplak sırtımı sardı. Boynumu öperek kulağıma dudaklarını yasladı.
''Son dokunuşları tamamlayalım karıcım, ne dersin?''
''Hım...'' mırıldanmakla yetinmiştim. Yoğun amber ve toprak kokusu burnumu sızlatırken zihnimi uyuşturmaya başlamıştı. Elini cebine koyarak siyah süet bir kutu çıkardı. Kapağını açtığında elmaslarla süslü şık ve zarif bir kolye ile bilekliği gördüm.
''Sana özel tasarlandı.''
''Bu, paha biçilmez bir tasarım.''
Yoğun bakışlarla yutkunarak boynumu izlerken parmakları arasına aldığı kolyeyi aramızda tutarak bakışlarını yavaşça gözlerime doru çıkardı. Örgümü toparlayarak sırtımı döndüğümde tam o noktaya sıcak dudakları dokundu. Bel gamzemin üstünden sırtıma kadar ilerleyen sıcak öpücükleri soluğumu kesti. Tembel dokunuşu boynumda sonlanırken histerik bir nida dudaklarımdan kaçtı. Kolyeyi takarken son olarak omuzumu öperek yavaşça bedenimi kendine döndürdü.
''Yakıştı...''
''Sen öyle diyorsan öyledir.''
Onun sözlerini tekrar ederken, serseri gibi sırıttı. Parmaklarında asılı duran son parçayı da takması için bileğimi uzattığımda belimden tutarak hafifçe etimi sıktı. Ah bu dokunuşu neden ondan etkileneme sebep oluyordu ki? Kahretsin!
''Otur.''
Verdiği emire itaat ederek ne yapacağını anlamadan oturup kocamı izledim. Bacağımdaki yırtmaç sol bacağımı tamamen gözleri önüne sermişti. Elindeki bilekliği havada tutarak bacağımın iç kısmını öpmeye başladı. Dudaklarının yavaş ve acelesiz dokunuşları dakikalar boyu aşağı doğru sürmüştü. Sıklaşan nefeslerimi artık kontrol edemiyorken işkencesini ayak bileğimde sonlandırarak başını kaldırdı. Zehir yeşilleri tamamen siyahı andıran bir tona boyanırken yutkunarak elindeki ince bilekliği ayak bileğime takarak hızla doğruldu.
''Bunu neden yapıyorsun?''
Kastettiğim şeyi anlarken pis pis sırıtarak kıvrımlı dudaklarını araladı.
''Sadece böyle bir tasarımı tercih ettiğin için ufak bir cezaydı.''
Göz kırparak elini uzattı. Elini tutarak doğrulduğumda keskince soluyarak bakışlarımı irislerine diktim.
''İşkenceydi...''
Evet, yaptığı şeyin tanımı buydu.
''Şu an üstündeki kıyafetle yarı çıplak haldesin ve beni ne kadar kışkırttığın hakkında en ufak bir fikrin bile yok Gece. Bu durumda kim kime işkence ediyor bir kez daha düşün karıcım.''
Alnımı öperken sesindeki boğukluk söylediklerini kanıtlıyordu. Verdiği ceza, onun bana hissettiği arzunun tarifiydi. Ah bu adam bu kadar kusursuz ve yakışıklı olmak zorunda mıydı? Keskin çene hatlarını hafif çıkmaya başlamış sakalları gölgeliyordu. Dudaklarıma nefesini dokundurarak konuştu.
''Çıkalım.''
Öpmemişti rujum bozulsun istemiyordu. Sahi makyajım ne zamandır Onun umurundaydı ki? Benim değildi ah her neyse! Başımı sallarken eli sırtımdan bir an olsun ayrılmamıştı. Bu sefer asansörü kullanıyorduk. Siyah kabine girdiğimizde şirkette yaşadığım asansör kazası aklımda yankı buldu. Her şey artık açıklanır bir gerçek ile yerine oturuyordu. Tek eliyle asansör kapısını parçalaması, kırtasiyede boynumdaki yaraya bakışı, dövme yaparken kızarmış etimin onu kışkırtması... Asansörde olabildiği kadar uzak bir noktaya geçmişti. Düşüncelerim, dar kabinin içindeyken ruhumu boğazlayan idam ipi gibi ciğerlerimi nefessiz bırakıyordu. İstemsizce soluklarım teklerken Erez'in hareketlenmesiyle bütün dalgınlığım kırık dökük hale geldi. Erez yaklaşarak adım adım bedenimi köşeye sıkıştırdı. Şaşkınca yüz ifadesini çözmeye çalıştığımda şaşkın halimle eğlenerek sırıttı. Ceketinin iç cebinden çıkardığı şeye bakarken kulağıma eğildi.
''Tehlikeli bir durumda kullanmaktan sakın çekinme.''
Keskin tarafı siyah kabına geçirilmiş, sapı gümüşten yapılan, ustalıkla el işlemelerinin olduğu bıçağı bacağımdaki jartiyerin içine sıkıştırdı. Son kez parmakları etimde gezindi ve geri çekildiği anda kapılar aralanarak dışarı çıktık. Otelden çıktığımızda araba görüş açıma girdi. Karlos bakışları yerde bizi selamlayarak kapımızı açtı. Defileye son bir saat vardı ve o kadar kalabalığın içinde bulunacağım için gergindim. Sabahki kontrolsüz avlanma deneyimimden sonra daha çok tedirgindim. Erez beni izlerken elimden tuttu. İrislerimi irislerine çevirdi.
''Sorun çıkmayacak, endişe etme.''
''Aksi halde buna sen bile engel olamazsın.'' Söylediklerim tehdit değil bizzat gerçeklerdi. Endişeli sesime inat Onun sesi rahattı.
''Bu yüzden seni şehrin dışına avlanmaya çıkardım.'' Biliyordu...
''Ön görünüzü bir kez daha takdir ettim Bay Sancar.''
Beğeniyle yüzünde oluşan tebessümü süzdüm. Kulağıma yaklaşarak boğukça fısıldadı.
''Susuzluğunu giderdiğine göre sorun çıkmayacaktır dişi vampir.''
Kulağımı öperek geri çekildi ve istifini bozmadan dikleşti. Ayak bileğimdeki bilekliğe bakışlarım kayarken dudaklarımı birbirine bastırdım. O mükemmel bir adamdı, yetenekli olduğu adar zevkli bir tasarımcıydı. Kolye ve bilekliğimi bana özel tasarlamıştı, saf elmas tanelerinden yapılmıştı ve tenimde zarif bir ışıltı katıyordu. Sessiz düşünceler yol boyu zihnime eşlik etti. Yol boyu sokaktaki insanların kostümleri dikkatimi çekerken dalgınlığım yok oldu. Erez'e dönerek şaşkınca baktım.
''Neden herkes kostüm giymiş?''
Gülümsedi, ''Bu günün tarihi ne?''
''31 Kasım. Cadılar bayramı tabi ya!''
''Cadılar bayramını en iyi kutlayan ülke belki de Japonya'dır. Dünyanın birçok yerinde bu bayrama tanık oldum ama Japonya kadar coşkulu kutlayan bir ülkeye daha rastlamadım.''
Aklımdaki ayrıntıyı seslendirdim.
''Defileyi özellikle bu tarihte yapmak istedin?''
''Zekisiniz Bayan. Elbette, ülkede büyük yankı bulması için, mekan ve tasarımların nitelikli olması kadar kullanılan konseptte önemli. Bu yüzden her kostümde uygun tasarımlar kullanılacak.''
''Peki bundan neden ben yeni haberdar oluyorum?''
''Sadece ufak bir ayrıntıydı.'' Sıradan bir şekilde başını salladı.
''Bunu önceden söyleseydin Niv daha uygun bir kombin seçebilirdi.''
Karlos arabayı durdurarak dışarıda kapımızın yanında beklemeye başladı. Kapıyı konuşmamız bitmediği için açmamıştı. Aramızdaki bölmeden çıkardığı kutuyu dizlerime bıraktı.
''Aç.''
Anlamayarak baksam da kutuyu açtığımda gördüğüm şeyle bir kez daha şaşırdım. Yüzümün yarısını kapatan ince bir tüle sahip şapka, kıyafetimin rengi ile aynı tondaydı ve dirseklerime kadar uzun olan Fransız dantelinden dikilmiş bir eldiven duruyordu.
''Konsepte senden daha uygun kimse yok karıcım.''
Diğer kutudan Erez smokinini tamamlayan siyah bir şapka çıkararak başına taktı. Aynı renkteki siyah eldivenlerini de takarak başını yüzüme yaklaştırdı. Taktığı şapka ile birlikte gözleri daha çok ön plana çıkmıştı. Göz kırptı. Ah her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplıyordu. Hep birkaç adım ilerideydi ve bunu kıskanmaya başlamıştım. Yutkundum, dilim damağım kurumuştu. Karlos kapımızı açarken Erez önce inerek elini tutmam için uzattı. İnerken bıçağın gümüş sapı tenimde varlığını hissettirdi. Derince solurken kapıdaki görevliler eşliğinde binaya doğru yürümeye başladık. Binanın arka kısmı yüksek orman tepeleriyle kaplıydı.
Müzenin önünde uzanan geniş, dikdörtgen bir süs havuzu vardı. Üstünde açan nilüferler Japonya'nın mistik havasını en güzel yansıtan ayrıntılardan biriydi. Havuzun etrafını belirli aralıklar ile kaplayan, çimler üstüne ekilmiş çalılar havuzun rengini yeşile boyamıştı. Bina tahminimce iki katlıydı, kırık beyaz duvarlarını klasik, kahve tonlarında ahşaptan yapılmış Uzak Doğu çatısı örtmüştü. Binaya girdiğimizde ahşap zemine serilmiş mavi halı ile yürüyüş platformu oluşturulmuştu. Alanın iki tarafında da misafirler için oturma alanları planlanmıştı. Koltukların aralarına karışan, müzenin yüksek heykelleri oldukça şık durmuştu. Görevlilere talimat veren Bilge ve Efe bizi fark ettiğinde koşturarak yanımıza geldiler. Dikkat çekmemek için kolundan elimi çektiğimde Erez elini belime yerleştirmişti. Umursamamaya çalışarak gülümsedim.
''Gece Hanım, Erez Bey hoş geldiniz Efendim.'' Bilge tabletini göğsüne yaslayarak sol elini uzattı.
''Çok şıksınız Gece Hanım.'' Efe'nin iltifatına gülümserken Erez belimdeki kavrayışını sıklaştırdı.
''Teşekkürler. A hazırlıklar tamamlandı mı?'' konuyu değiştirdim. Bilge gururla başını salladı.
''Elbette Efendim. İlk yürüyüşü kim yapacak?'' sorusuyla Erez'e bakarken Erez, Bilgeye döndü.
''Gece Hanım ve ben de ona eşlik edeceğim.''
''Ah harika fikir, sonuçta tasarım kadrosu yetkilisi Gece Hanım ve sizde Şirket sahibi...'' Efe her zamanki gibi Bilge'nin lafını keserek konuşmaya başladı.
''Çello çalacak mısınız peki?'' Efe'nin hevesle sorduğu soruyla donup kaldım.
''Çalabildiğimi nerden biliyorsunuz? Ayrıca böyle bir söz vermedim.'' Kollarımı göğsümde birleştirdim. Bilge, Efe'ye kötü bir bakış atarak bana döndü.
''Gece Hanım biz düşündük ki başlangıçta orkestra eşliğinde bir parça çalabilirsiniz?''
''Provam yok ve uzun zamandır çalmıyorum, ayrıca o kadar misafirin karşısında mümkün değil.''
''Peki Erez Bey de size vokal olarak eşlik ederse?'' Madam Monika'nın sorusu ile bütün bakışlar ona döndüğünde Erez'e baktım. Evet, sesi harikaydı. Amerika'dayken birkaç kez kulüpte dinlemiştim ama şu durumdayken kabul etmezdi değil mi?
''Gece de kabul ederse neden olmasın?'' Ha? Ama bu mümkün değildi. Prova dahi yapmamıştık. Sinirle kocama baktığımda sırıttı.
''Ama bu...''
''Lütfen Madam, kırmayın bizi.'' Monika'nın yalvarışı ile bütün direncim kırılmıştı. Gözlerimi kapattım.
''Pekala.'' Diyerek Erez'in kulağına yaklaştım.''Rezil olacağız!''

Göz kırparak istifini bozmadan ilerlemeye başladı.
''Şüphem yok.''

Merhabalar. Yorum ve votelerinizi bekliyorum dostlarım. Lütfen desteğinizi esirgemeyin.  Her yazar arkadaşım gibi ciddi emekler vererek burada bölüm yayınlıyorum ve verdiğim emeğe karşılık olarak desteğinizi beklemekteyim. Bu hikayede daha anlatılacak çok şey var. Ve bu sizin talep ve desteğinize bağlı. Beni anlayacağınıza eminim, teşekkürler.💎

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin