AY-19

147 7 1
                                    

Medya: Yekta ve Niv den, sevgilerle......

Amerika da evimin olduğu sokakta yürüdüğüm gün zihnimde canlanmaya başladı. Karda titreyerek yürümeye çalıştığım sırada dengemi kaybedip düşerken belimden kavrayan o güçlü kolların sahibi, Erez Sancar'dı veya sahte ismi ile Özer. Onu ilk gördüğüm o kış günüydü.
Her zaman garipti, boş yere konuşmazdı, kurduğu cümleleri birkaç dakika anlamak için düşünürdüm. Bu kaçık haline rağmen aşık olmuştum. Güneşin aydınlattığı gözlerinin yeşilindeki her ton ayrı bir şey anlatıyordu. Tezatlıklar bütünüydü ve o tezatlıklar insanı kıskandıracak şekilde uyumluydu.
Onu bir türlü affedemiyordum. Burnumu sızlatan yoğun kokuyu fark etmemle kaşlarımı çattım. Kazağını giydiğim için kokusu buram buram etrafımı kuşatmıştı. Islanmış toprak kokuyordu, biraz da amber... özlemiştim, inkar edemezdim. Ve özlediğim şey sadece kokusuyla sınırlı değildi. Bu ayrıntıyı hatırlasam da ona olan öfkem içimdeki iki güçlü duyguyu birbirine düşürüyordu; aşk ve nefret...
Odadaki hareketliliği hissederek gözlerimi açtım. Erez, üstü çıplaktı ve altında belinden düşecek gibi duran siyah eşofmanıyla karşımda şömineye odunları diziyordu. Onu fark etmem ile toparlanıp yatakta bağdaş kurarak hırkanın eteklerini çekiştirdim. Homurdandım.
''kapı çalmayı bilmez misin sen?''
Beni kale almadan işini yapmaya devam etti. Parmaklarında alev alan kıvılcımları odunlara dokundurarak şöminenin tutuşmasını sağladı. Avuçları alev parçaları oluşturabiliyordu. Yekta'nın söylediklerini hatırladım. O ateş elementi vampiriydi ve ateşi kontrol edebilirdi. Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak çemkirmeye devam etmiştim.
''ya üstümü değiştiriyor olsaydım? Kapı çal...''
Yatağıma yaklaşarak iki kolunu başımın hemen hizasından yatak başlığına dayadı ve burun buruna gelmemizi sağladı. Nefesi dudaklarıma dokundu. İrislerini irislerime sabitledi.
''vücudun bana yabancı değil Gece. Onu en iyi tanıyan tek kişiyim.'' Dudağının kenarı belli belirsiz kıvrıldı, ısınan tenime inat konuşmayı başarabildim.
''ben sana yabancı değilim Erez ama Sen bana çok yabancıymışsın.'' İnatla yeşillerine irislerimi dokundurdum. Yutkundu.
''benim gibi kokuyorsun Gece.''
''senin gibi kokuyorum Erez.'' Dengesizce soludum. ''uzaklaş.'' Diyebildim kısık sesle.
''neden?''
''uzaklaş dedim.''
''buna karşı direnemediğini ikimiz de iyi biliyoruz.'' Sesi sarhoş ediciydi. İçimdeki yükselen öfkeyle, beklemediği bir anda ittim. Aradaki mesafenin kısalığını buz gibi dağıtırken işaret parmağımı kalbime bastırdım.
''sana direnemeyen insan olan yanım, sana kafa tutabilen ise kan emici yanım. Ve inan her gün sana karşı daha çok bağışıklık kazanıyorum.''
''bu sadece beni kışkırtır.'' Gülümseyerek kapıdan çıktı. Hah, ukala kaçık!
Sabahın erken saatleri olduğu için odamdaki balkonda birkaç dakikadan fazla kalamayacak gibi olsam da olabildiğince direnecektim. Son baharın bulutlu havası iyiden iyiye kendini hissettirir olmuştu. Yağmur damlaları gökten düşeceğini gökyüzünü sarsan sesler eşliğinde haber verir gibiydi. Yemyeşil ormana bulutlu ve yağmurlu bir gün yakışacaktı. Çevrede çoğunlukla çam ağaçları olduğundan etraf yeşil örtüsünü koruyordu.
Issız ormandaki sessizliği mermileyen tek ses, yağmur tanelerinin ağaç yapraklarına çarparken çıkardığı şakırtıları olmuştu. Gözlerimi kapayarak ıslanan toprak kokusunu soludum. Gözlerim kapalı kaşlarımı çatarak homurdanmaya başladım.
''Erez'in olduğu her yer onun gibi kokmak zorunda mı?'' ve bu kokuyu her duyduğumda doyumsuz bir halde içime derin nefeslerce çekmek zorunda mıydım? Bir tinercinin bağımlılığı kadar itaatkardı soluyuşlarım. Gözlerimi araladığımda balkonuma çok yakın bir ağacın dalında öten kuşları fark ettim. Bir çift serçe birbirlerinin gagasına dokunuyorlardı. Şımarık bir huysuzlukla serçelere dil çıkardım.
''orta yerde öpüşmek oluyor mu hiç, çok ayıp. Nispet mi yapıyorsunuz bakıyım siz?'' serçe çiftinin bile homurtularımı kale aldığı yoktu. Ama yine de homurdanmaya devam ediyordum. En azından içimde kalmazdı değil mi? Artık çenemin titrediğini fark ettiğimde balkondan tekrar odama döndüm. Kapıya yaklaşıp kulağımı yasladığımda hiçbir ses yoktu. Kapıyı usulca aralayarak koridora çıktım ve etrafıma bakındım. Yeni farkına vardığım yukarı uzanan merdiveni gördüğümde oraya doğru yol aldım. Merdivenleri çıkarken bir an tereddüt etsem de umursamadım. Bana kızmazdı, bu kadar sakin bir kaçığı ne yaparsam yapıyım kızdıramazdım değil mi? Merdivenlerin sonunda en üst kata varmıştım. Aşağı kattakinden daha ufak bir koridoru vardı ve tek bir kapısı bulunuyordu. Belki de çatı katıydı. Merakım içimdeki tereddütü pençelerken kapının kulpuna baskı uygulayarak kilitli olmamasını umut ettim.
Kapı sevindiğim bir gıcırtıyla açılırken odanın içinde göz gezdirmeye başladım. Neredeyse iki oda genişliğindeydi. Duvarların tamamı ahşap raflarla çevrelenmişti. Sayamayacağım kadar çok kitap vardı. Odanın tam ortasında ise geniş ahşap bir çalışma masası duruyordu. Masanın tam arkasındaki ufak kare pencere odaya hem loşluk hem de gizemli bir hava katmıştı. Raflardaki kitaplar ciltler halindeydi ve hepsi alfabetik sıraya göre yerleştirilmişti. Kitapların bu kadar eski olmasına şaşırmalı mıydım? Neredeyse kitapların çoğu yüzyıllık kitaplardı. Raflara yaklaşarak türlerini incelemeye başladım. Birçoğu ise ansiklopediden oluşuyordu. Ciltler halinde tuğla kadar kalın kitaplar ve çeşitli türde eski romanlar ve... Mitoloji ansiklopedisi olduğunu belli eden ufak çizimli kitaplar. Tam on ciltten oluşuyordu. Cildin tamamını çıkararak kucakladım ve geniş ahşap masaya hepsini tek seferde taşırken hiç zorlanmamıştım. Güçleniyordum ve bu gücüm çelimsiz görünüşteki bedenimle tezatlık oluşturacak kadar fazla olduğunu hissettim.
Bakışlarımı masaya bıraktığım kitaplara çevirdim. Belki de içinde dönüşümüm hakkında daha fazla bilgi edinebilirdim ya da vampirler hakkında.
Öncelikle alfabetik sırayı kontrol ettim ve evet Vampirler. İnsanlar arasındaki dolaşan efsanelerden çok daha fazla bilgiler olduğu kesindi. Sayfaların kenarlarındaki çizimlerle resmedilmiş her şey bunu ispatlıyordu ama yazıları okuyamıyordum. Bilmediğim bir alfabe ile yazılmıştı. Arap, Çin ya da başka bir alfabe ile alakasızdı. Değişik şekiller ve çizgilerden oluşuyordu. Tarihe olan ilgim sayesinde daha önce rastladığım bir alfabe olmadığını anlamam kısa sürmedi. Homurdandım. En azından eski Türkçe veya bildiğim bir alfabe ile yazılmış olabilirdi. Ben kitaptaki tuhaf dili çözmeye çalıştığım sırada kapıdan giren kişiyi fark etmem ile başımı kaldırdım.
Gelen Niv'di. Sandalyeyi hızla iteklerken birbirimize yaklaştık ve sıkıca sarıldım. Niv saçlarımı okşarken bir taraftan da sırtımı okşuyordu. Kollarımı incecik belinden çözerek bir adım gerileyerek yüzüne baktım. Bakışları endişe ve mahcubiyet doluydu.
''Gece nasılsın tatlım?''
''hiçbir fikrim yok.'' İma ettiğim şeyle başını hafifçe sola eğdi.
''bana kızgın mısın?'' vampir olduğunu ve bulunduğum durumu sakladığı için mahcuptu. Ve daha önemlisi bu durumumdan dolayı fazlasıyla sesinde endişe vardı.
''hayal kırıklığına uğramaya alıştım Niv.'' Başımı umutsuzca iki yana salladım.
''Gece üzgünüm. Ama...'' sözünü tamamladım.
''hepsi beni korumak içindi bunu duymaktan artık çok sıkıldım Niv. Kızmamın artık hiçbir önemi kalmadı. Olan oldu ve şimdi her şeyi öğrenmek istiyorum, en ince ayrıntısına kadar.'' Kararlılıkla söylediğim cümleler ile bakışlarımı Niv'in su yeşili irislerine çevirdim.
''elbette öğrenmelisin.''
''o zaman bana yardım et.''
''pekala.''
''Yekta ve Erez bana pek bir şey anlatmıyorlar. En başta şu kitapta neler yazıyor okumam gerekiyor.'' Masanın üstünde duran ansiklopediyi işaret ettim. Niv masadan kitabı alarak sayfalarını inceledi.
''bu bizim dilimiz. Okuyamaman çok normal.''
''yani?''
''yani insanlar arasında farklı diller olduğu gibi vampirlerin de var oluşlarından beri kullandıkları diller vardır Gece.''
''bu yüzden alfabe bu kadar farklı. Daha önce hiç görmediğimi biliyordum.''
''evet öyle. Bu kitaptaki Fuego alfabesiyle yazılmış.''
''Niv şunu en başından anlatır mısın?'' sitemime karşı gülümseyerek başını olumlu anlamda hafifçe salladı. Yerdeki ceylan derisi üstüne bağdaş kurarak oturduk ve Niv elindeki kitabı yere koyarak parmaklarını sayfalar üstünde gezdirdi.''
''insanlar arasında nasıl her ulus farklı diller kullanıyorsa vampirler de öyledir Gece. Tek fark kullandığımız dillerin sayısı sadece dört tane yani dört farklı alfabemiz var.''
''dört farklı vampir ırkı olduğu için mi?''
''evet öyle. Fuego alfabesi ateş, Aqusa alfabesi su, Tierra alfabesi toprak ve Tiem alfabesi ise hava elementi ırkının alfabesidir.''
''neden sadece tek bir dil kullanmıyorsunuz peki ya da tam tersi daha fazla dil kullanmıyorsunuz? Yani insanlar arasındaki dillerin farklılığı kültür veya ırktan kaynaklanıyor. Vampirlerde bunun amacı ne?''
''bu yönüyle insanlara benziyoruz aslında. Irkların belli olabilmesi için bir tür iletişimsel şifre de denilebilir, bu yüzden sadece dört çeşit dil var.''
''anladım. Peki ben bu dört farklı dili nasıl öğreneceğim? Sakın bana vampir okulu da var deme.'' İsyan dolu soruma karşı Niv kahkaha atmaya başladı. Ben bozulurken dudaklarımı büzdüm.
''vampirlerin okulu falan olmaz Gece. Bizlerin genel özellikleri sayesinde insanlardan kat kat fazla oranda hafıza, güç ve hıza sahibiz. Bu yüzden tuğla gibi bir kitabı okuyup anlamak ve tabi ezberlemek en fazla dakikalarımzı alır.''
''ciddi olamazsın?''
''elbette ciddiyim. Dönüşümünü tamamladığında sen de bu kadar güce, hafızaya ve hıza sahip olacaksın. Reflekslerin bile tahmininden çok fazla gelişecek.''
''bu dilleri nasıl öğreneceğimi hala söylemedin?'' sabırsızca sitem ettim.
''bunun için şifreli sözleri tekrarlamalısın.''
''şifreli sözcükler?''
''elbette.''
''büyülü sözcükler gibi bir şey gibi mi?''
''sayılır. Evet şimdi söylediklerimi aynen tekrar etmelisin.''
O sözcükleri söylemeye başlarken ben de anlamını bilmediğim sözleri tekrar etmeye çalışıyordum. Aksanı bile çok farklıydı. İşe yaracağından kuşkuluydum ama Niv söylediyse olabilirdi. Hangi insan birkaç anlamsız sözcüğü tekrarlayarak birkaç dili anında öğrenebilirdi ki? Düşünmeden yaptığım yorumuma gözlerimi devirdim. Aklıma dank eden ayrıntıyla kendimle alay etmem uzun sürmedi. Ah ne aptalım, ben artık insan değildim ki. Zaten şu sıralar yaşadığım hangi şey normaldi ki, ya da hangisi doğaya aykırı değildi? Sözcükleri tekrarlama işim bittiğinde hızla söylediklerim yüzünden nefes nefese kalmıştım. Niv'in tabi ki böyle bir sorunu yoktu.
''şimdi tekrar dene.'' Kitabı bana doğru çevirdi. Ve... Aman Tanrım! Gerçekten okuyabiliyordum. Okuyabiliyor ve anlıyordum. Şaşkınlıkla Niv'e bakarken bana sadece gülümsedi.
''bu, bu olağanüstü.''
''kime göre?'' alayla sorduğu soruya karşı dil çıkardım.
Kitapları masanın üstüne bırakarak ayağa kalktım. Onlarla sonra ilgilenmeye karar verip Niv yanımdayken daha önemli bir şeyi yapmaya karar verdim.
''gidelim.''
''nereye?''
''Ormana.''
''Gece ormana çıkamayız bu hiç güvenli değil.''
''umurumda mı?'' sıkıntıyla üfleyerek eliyle alnına vurdu.
''yağmurluğunu giy, kokunu kamufle edecektir.'' Diyerek pes etti.
''tamam.'' Odama indiğimde Niv eşyalarımı getirmiş olduğunu gördüm. Bütün her şey parkenin üstünde yerleştirilmeyi bekliyordu. Valizleri açarak birkaç kıyafetimi alarak hızla giyindim. Siyah bir tayt, toz pembe balıkçı yaka hırka ve kokumu kamufle etmek için lastik tokamı çıkararak saçlarımın boynuma dökülmesini sağladım. Siyah beremi de bularak başıma geçirdim. Şimdi ise yağmurluk aramam gerekiyordu. Benim olmadığı için Erez'in olabileceğini düşündüm. Tabi bir vampir yağmurluk kullanıyor muydu bundan pek emin değildim. Odadan çıktığımda Niv elindeki naylon şeffaf yağmurluğu uzattı.
''aşağıdaki depodan buldum'' diyerek açıkladı, bu evin deposu mu vardı ki? Bir ara evin tamamını keşfetmeyi kafama not ettim. Yağmurluğu üstüme geçirerek aşağı indik ve ayakkabıları giyerek kapıyı çektim. Kapı parmak izi ile açıldığı için anahtar kilidi yoktu. Evin yüksek kale gibi duvarlarından çıktığımızda Niv sitem etti.
''nereye gideceğimizi söylemezsen seni eve tekrar sokarım ve kilitlerim Gece.''
''yeteneklerimi keşfetmeye.'' Yaramaz bir çocuk gibi sırıttım.
''Erez'in gelmesini bekleseydik, daha...''
''güvenli olurdu evet ama onu bekleyecek kadar sabırlı değilim.''
''pekala o zaman koşmayı dene.''
''Niv, insanlar zaten koşabilir.''
''ama saniyeler içinde kilometreleri aşacak hızda değil. Dene.'' Tabi ki! Hız, güç ve hafıza. Bu, vampirler için sıradan özelliklerdi değil mi? Koşmak için hareketlendiğimde bacaklarımın hızlanmaya başladığını hissettim bu hız çok fazlaydı. Bir atletten kat kat fazla hıza saniyeler içinde ulaşmıştım. Arkamdan yetişen Niv benimle birlikte koşarken başını bana çevirdi.
''nereye?''
''göle.''
''var mısın yarışa?'' teklifine karşı sırıttım.
''elbette.'' Birbirimizden ayrılarak aradaki mesafeyi açarken sık ormanın içinde yüksek hızda koşmak zorlamıştı. Ufak kaya parçalarının üstünden tek fırlayışta göl kenarına ulaştım. Nefeslerim göğsümü fazla zorlamamıştı. Vampir yanım bunu sağlıyor ve bedenim ise uyum sağlıyordu.
Birkaç saniye sonunda Niv de yanıma sıçradı.
''kazandın yeni kız.'' Gülümsedim. Göle baktığımda berrak ve oldukça büyük olduğunu fark ettim. Göl kenarında seyrek te olsa ufak sazlık grupları vardı. Müthiş bir manzaraydı.
************************

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin