AY-17

149 13 2
                                    

Serseri bir neşterin, şah damarımın üstündeki dansını izler gibiydim.
Bir katilin kollarında ölümle dans etmekten farksızdı bu izleyişim. Sonunu merak ediyordum, acaba ölecek miydim?
Yoksa katilim beni azat ederek işkence çektirmeye devam mı edecekti? Hiçbir fikrim yoktu. Belki dedim, belki de bilinmezliğin bilmecesi bu hayattaki en büyük azaptı.

Radyodaki müzik sonlanırken doğrulmamı sağladı. Kollarını çözdü ve birkaç adım geriledi.

‘’artık gerçek hikayeyi biliyorsun.’’ Şaşkındım.

‘’sen, yani vampirsin öyle mi?’’

‘’evet.’’

‘’tenin beyaz değil.’’

‘’vampirlik ırk ayırt etmez.’’

‘’peki ya neden sıcaksın.’’

‘’çünkü ateş elementindenim.’’

‘’Açıkla?’’ aklım karma karışık olmuştu.

‘’benden korkuyor musun Gece?’’

‘’hayır.’’

Gözlerine bakarak konuşmuştum. Sebebinden emin olmasam da korkmuyordum, hissettiğim tek şey merak duygusuydu.

‘’Gece eğer korkuyorsan bu günü hiç yaşanmamış sayabiliriz. Gitmek istersen anlarım. Adamlarım seni evine kadar bırakabilir.’’

‘’senden korkmadığımı söylemiştim. Artık bilmece gibi konuşmayı kes!’’ artık sabrım tükenmişti. Onu tanıyordum ama nerden veya nasıl?

‘’pekala.’’

Masanın üstüne bıraktığım çantamı aldım ve içindeki katlı duran kağıdı çıkardım. Kağıdı açarak Ereze gösterdim.

‘’Özer! Bu çizdiğim kişi beş ay önce ölen sevdiğim adamın resmi olmalıydı. Zihnimde onun görünüşüne dair hiçbir şey yok tamam mı! Elimde ona dair hiçbir fotoğraf yok çünkü kaybettim. Yüzünü hatırlamak için onu çizmeye çalıştım bu kağıda. Ama çizdiğim kişi sendin, lanet olsun! Kimsin sen Erez Sancar?’’

‘’Gece…’’ bağırdım artık tükenmiştim.

‘’kimsin dedim! Senin her dokunuşunu, kokunu, bakışını, sesini bile tanıyorum ama Seni hatırlamıyorum. Kaybettiğim adam yerine seni çizdim anladın mı! Bir başkası değil de Seni, Onu değil de Seni hatırladım!’’

Ağladığımı bile yeni fark ediyordum. Kirpiklerim akan yaşlarımı taşıyamıyordu, damla damla yanaklarıma döküldü. Acı çekiyor gibiydi. Bakışları azap doluydu. Beklemediğim bir anda bedenimi kendine yaslayarak sıkıca sarıldı.

‘’özür dilerim. Sana bunları yaşattığım için özür dilerim.’’
‘’kimsin sen Yabancı? Bana ne kadar yabancısın?’’ mırıltılarımı ben bile zor duyuyordum.

‘’Gece.’’ seslenişi cennetten kovulan bir günahkar kadar ızdıraplıydı. Başımı kaldırıp yorgun bakışlarımı gözlerine diktim.

‘’Ben… Ben Oyum. Ben hayattayım Gece. Sen, yalızca sen beni hatırlayamıyorsun.’’

Duyduklarım gerçek miydi? Yoksa zihnimin bir oyunu mu? Bu nasıl olabilirdi ki? Yer ayaklarımın altından çekilmeye başlamıştı. Ayak bastığım, toprak zemin değil de bir boşluktan ibaretti sanki. Yaşadığım trafik kazası zihnimde yankı buldu.

Onun yüzü, bakışları… zihnimde canlanan kişi karşımdaki Yabancıdan başkası değildi. Neler oluyordu? Bütün geçmişim kabrinden tek tek uyanmış ve etrafımda dolanmaya başladı.

Zihnimdeki uğultular çoğaldı. Karşımdaki adamın sesi boşlukta kayboluyor gibiydi. Söylediklerini beynim işlemiyordu. Birkaç adım dengesizce geriledim.

Dizlerimdeki bağ çözülmeye başlamıştı. Manzara karanlığa gömülüyordu sanki. Bilincim susmuştu. Sonsuz bir boşlukta savruluyor gibiydim.

Göz kapaklarım bilinçsizce kapandı. Hissettiğim tek şey yorgun bedenimi kavrayan kişinin varlığıydı. Gerisi yoktu, gerisi yalnızca zifiri karanlıktı…

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon