AY-16

157 15 2
                                    

’kim bilir…’’ dalgınca yanıtladım.

Saatlerce manzarayı izledik. Sustuk, ikimizin de anlatacak veya söyleyeceği her şeyi o eşsiz manzara söyler gibiydi. Belki de daha fazlasını duymaya cesaretim yoktu. Ama yine de öğrenmeye mecburdum. Sadece anlatmasını bekleyecektim.
Yakıtın bitmesine az kala yüksek bir kayalığın üstüne iniş yaptık. İniş yaptığımız yerde, gelen misafirlerin oturması için manzaraya karşı bir kamelya yapılmıştı. Hava kararmış ve denize dökülen lavların ateşi gökteki yıldızlara güç verir gibiydi.
‘’aç mısın?’’ aç mıydım? Olsam da şu an iştahım kaçmıştı. Evden çıkmadan önce atıştırdığım şeyler iştahımı kesti diye düşündüm.
‘’pek sayılmaz.’’
  Atıştırmalıklar ve alkollü içeceklerin olduğu masayı gösterdi.
‘’içecek bir şey peki?’’
‘’kokteyl olabilir.’’ Gülümsedi. Gülümsemesi alay eder gibiydi ve canımı sıksa da umursamamaya çalıştım. Alkole alışkın değildim, ne yapabilirdim yani. Hava şu an oldukça sıcak olduğu için,  buzlu içecek oldukça iyi gelmişti.
Masadaki ufak radyo ilgimi çekti. Küçücük ve çok şirin antika bir parça olduğu belliydi.  Baktığım şeyi fark eden Erez uzanarak radyoyu eline aldı. Ne yaptığını anladığımda merakla sordum.
‘’ çalışıyor mu?’’
‘’elbette, sadece dekor amaçlı kullanılmıyor. Yalnızca frekansını ayarlamalıyız o kadar.’’ Bu uğraşı çok hoşuma gitti. Bir oyuncağı tamir ediyor gibiydi. Gülümsedim. Radyodan düzenli sesler gelmeye başladığında ise tekrar masaya bıraktı.
Eski bir şarkıydı, bir Franzız  şarkısıydı. Kadının sarhoş olmuş gibi bir ses tınısı vardı. Slow ve dinlendiriciydi. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatarak yavaş ritmin ve uzaktan gelen baykuş seslerinin uyumunu dinledim. Gözlerimi açtığımda beni izlediğini fark etmem çok uzun sürmedi. Elini bana uzattı. Dans mı? Bir kaç saniye yüzüne şaşkınca baktıktan sonra boğazımı temizleyerek elini tuttum.
Kamelyadan çıkarak kayalığın ucuna yakın bir yere geçtik. Bir elini belime koyarak yavaşça bedenimi bedenine yasladı. Diğer eliyle nazikçe elimi tuttuğunda ise şaşkınlığımı üstümden atmaya çalışarak  boştaki elimi omuzuna yerleştirdim.
‘’teşekkür ederim.’’ Anlamayarak yüzüne baktım.
‘’neden?’’
‘’bana güvenerek buraya geldiğin için.’’
‘’aslında güvendiğimi söyleyemem sadece merak ettiğim şeyler var ve sorularımı yanıtlayacağına inandığım için buradayım.’’ Tebbessüm etti. Gülümsemesi güzeldi inkar edemezdim. Ah ne düşünüyordum ben!
‘’anlat.’’ İlk defa emir kipi kullanmıştım. Gözlerine gözlerimi diktim.
‘’Karadut… Asıl hikaye şöyle Gece: Pyramus Babil’in en yakışıklısı, Thisbe ise en güzeliydi. Komşu olan bu iki insan birbirlerine çocukluktan beri aşıktı. Aileleri dini farklılıkları yüzünden evlenmelerine izin vermemişlerdi. İki aşık kaçmak için şehrin dışında her zaman olduğu gibi ormanlıktaki aynı dut ağacının altında buluşmaya kararı aldılar. Thisbe dut ağacının altına gelerek Pyramusu beklemeye başlar. Kaçarken elini yaralayan Thisbe, elbisesinden kumaş parçası yırtarak yarasını sarmaya çalışır.  Bu sırada ormanda avlanmakta olan soğuk tenli, insana benzeyen ama daha hızlı ve güçlü bir kadın, Thisbe’nin kan kokusunu alarak karşısına çıkar. Thisbe ne olduğunu ilk başta anlamasa da vampir bir kadının, kendini öldürmek için geldiğini fark etmesi uzun sürmez. Vampir kadın kanın kokusunu almış ve insan kanına olan zaafına yenilerek avlanmak için gelmişti. Vampir Thisbeye saldırdığı sırada olanları gören Pyramus ne yapacağını şaşırır. Thisbe’yi kurtarmak isteyen Pyramus’un yapabileceği tek şey vardır.’’
Araya girerek cevapladım.
‘’savaşmak.’’ Kollarını belimden ayırdı, elimden tuttu ve etrafımda döndürerek tekrar kendine çekti ve sıkıca tekrar belimi kavradı. Burukça gülümsedi ve cevabıma başını salladı.
‘’hayır, teslim olmak.’’
‘’ama neden?’’
‘’Pyramus bir vampirle savaşamayacağını biliyordu. Daha doğrusu vampirin savaşmaya izin bile vermeyeceğini. O yüzden yapabileceği tek şeyi yaptı. Şah damarını kılıcıyla keserek vampir kadının dikkatini dağıtmayı başardı. Tabi sevdiği kadın için kendi hayatını da feda etmiş oldu. Ama hikayenin sonunda Thisbe ağır yara aldığı için Pyramusla beraber dut ağacının altında ikisi de can verdiler.  Dut ağacının kökleri iki aşığın kanını tattığı için dallarındaki dutlar kan rengine dönüştü. Ve yeryüzündeki ilk karadut, meyvesini verdi. Ve o meyve olgunlaştıktan sonra yeryüzündeki üstün ırk sayılan vampir ırkı lanetlendi.’’
Titreyen sesime ve şaşkınlığıma inat konuşmayı başardım.
‘’bu bir efsane…’’ sözümü kesti.
‘’değil, bu gerçek bir hikaye Gece.’’ sakin ses tonu ürkmeme sebep oldu, yutkundum.  Yağmurda ıslanmış toprak gibi kokuyordu. Kokusu bağışıklık sistemim çökertiyordu. Zihnimi toparlamaya çalıştım. Bu hikaye gerçekti… Aklım almıyordu, vampirler gerçekten yoktu ki. Yoksa varlığından mı haberdar değidik? Bir an acaba ciddi mi diye sorgulasam da artık emindim. Söylediklerinde ciddiydi. Sormalı mıydım? Buraya her sorumu yanıtlama için gelmiştim. Gözlerine ürkekçe baktım.
‘’peki. Sen bu hikayenin neresindesin?’’ dansımızı durdurarak belimden kavradı ve arkaya doğru eğilmemi sağladı. Benimle birlikte eğilirken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Biçimli dudakları hareketlendi.
‘’Ben, o hikayenin kendisiyim…’’

Evvet canlarım. Bundan sonra neler mi olacak? Imm galiba bunu ben de bilmiyorum. Şunu itiraf etmeliyim ki yazmadan önce kurguda hiç bir şeyi  planlamıyorum. Sadece zihnimde ne yaşıyorsam  yazıyorum o kadar. Seviliyorsunuz, yeni bir bölüme kadar hoşca kalın...

KAN VE ŞEHVET /TazeYaralar/Where stories live. Discover now