•HÜZÜN•

6.7K 747 309
                                    

"Yağmurlar iki türlüdür Hebe; bazıları bereket getirir, bazıları felaket."

Annesinin sözleriyle birlikte irkilerek uyandı genç kadın uzun bir rüya görmüştü ama aklında kalan sadece bu sözlerdi. Kendine gelebilmek için yerinden doğrulmaya çalıştı ama saçlarında gezinen eller, buna engel oldu. Başının altındaki dizlerin sahibini görmese de kokusundan tanıdı onu. Çocukluktan bu yana bütün zor zamanlarında kendini rahatlatmış olan bu adamın varlığı, şuan hiçbir işe yaramıyordu. Çünkü ona kızgındı; kızının düğün haftası kayıplara karıştığı için, kendisini yalnız bıraktığı için, karısı ölürken yanında olmadığı için.

Son düşünceyle birlikte gözünü biraz daha araladı. Doğru muydu bu, annesi gerçekten ölmüş müydü? Saçında yol çizen eller hareket etmeyi bıraktığında bunu umursamadı, nedenini merak da etmedi. Hatta özlediği güvenli kollara sığınmak için bir girişimde dahi bulunmadı. Şuan sadece annesini görmek, onun nefes aldığına tanıklık etmek istiyordu.

"Geç kaldım öyle değil mi? Ben çok geç kaldım Hebe."

Babası konuşurken onun titreyen boğuk sesindeki pişmanlığı ve hüznü hissetti. Karısına son bir kez "Seni seviyorum," diyememenin hüznünü... Demek gerçekti. Kraliçe, şifacının dediği gibi ebedi huzura kavuşmuştu.

Bu kabusun bitmesi için kaç kere daha uyanması gerektiğini düşündü genç kadın. Yanağına düşüp dudaklarına doğru sızan tuzlu su damlasıyla birlikte düşünmeye ara verdi. Kral'a ait olan bu gözyaşı damlası, her şeyin gerçek olduğunu bağırıyordu adeta.

Yüreğindeki hüzün ağırlaşırken babası gibi o da koyuverdi kendini. Gözünden bir damla, burnuna doğru kayıp başının altındaki Kral'ın dizine damladı. Bir süre öylece durup ağlaştılar baba kız, sessiz bir ağıt yaktılar Kraliçe Rea için.

Vakit biraz ilerleyince mantığı duygularını itekleyip öne geçti Prenses'in. Karşısında dikilen camlardan gördüğü kadarıyla dışarısı karanlıktı. Kral ne zaman dönmüştü ve bayılmasının üzerinden ne kadar zaman geçmişti hiçbir fikri yoktu, zaten merak ettiği de bu değildi. Başını babasının dizlerinden kaldırıp oturdu ve onun gözlerine baktı.

O an karşısındaki adamı tanımakta güçlük çekti. Yaşlanmış, hatta çökmüştü Kral. Bal rengi saçları tek tük kalmıştı başında, hepsi kırık beyaza dönmüştü. Göz kapakları şişmiş, kahverengi göz bebeklerine sis bulutları üşüşmüştü. Rea'sının yokluğu nasıl da harap düşürmüştü onu.

Hebe sarılmak istedi babasına, acısının yarısını alıp kendi sırtlamak istedi ama yapmadı. Sadece bir süre tepkisizce izledi onu. Sonra da aklını kurcalayan soruyu güçlükle sordu.

"Bu mümkün değil. İnsan ortada hiçbir sebep yokken nasıl ölebilir?"

Başını inkarla iki yana sallarken babasının ağzından "O ölmedi," sözcüklerinin dökülmesini bekledi ama olmadı. Aksine Kral, duymak isteyeceği en son şeyleri sıralayıverdi.

"Şifacıyla konuştum, ölümüne sebep olabilecek herhangi bir şey yokmuş. Kalbi kızının gidişini kaldıramayıp zayıf düşmüş olmalı. Belki de hepsi benim yüzündendir, beni beklemek ona ağır gelmiştir Hebe."

Yine cevap vermedi Prenses. Gözünün önündeki acıdan kıvranan babasına duyduğu öfke, az da olsa yumuşarken hâlâ "İnsan hiçbir neden yokken nasıl ölebilir?" sorusu yiyip bitiriyordu içini.

"Yarın sabah uğurlama töreni yapılacak."

Bu sefer kayıtsız kalmadı babasının sözlerine ve kaşlarını çatıp çıkıştı.

KÖR KRALİÇEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin