Misafir

5.6K 310 96
                                    

Kadın eliyle bastırdığında acıyla inledim. Dikişlerimin ardından uzun, kalın bir iz kalmıştı kasıklarımın üzerinde. Ne zaman ağır bir şey kaldırsam karnıma sancılar saplanıyordu.

Joan'ın söylediklerine uymaya karar vermiş bir de Mowaki' nin en ünlü ebesine görünmeye karar vermiştim. Konuşmaması için kadına çok yüklü bir miktar ödemek zorunda kalmıştım. Kadının uzun muayenesi bittiğinde kaşlarını çatmış bir halde ocağına geri döndü.

"Ee?" dedim. " Bir umut var mı?"

Kadın çok yaşlıydı. Gri saçlarını karmançorman bir halde beyaz bir tülün içine sıkıştırmıştı. Parmakları incecikti öyle ki kemik bile denebilirdi. Ellerinin üzeri damarlarla kaplıydı. Renksiz, soluk gözlerini üzerime dikti.

"Bir umut her zaman vardır prensesim. Ama çok zor görünüyor. Ola ki hamile kaldınız, çocuğu düşürürsünüz büyük ihtimalle."

Zorlukla yutkundum. Gerçekten de hiç çocuğum olmayacaktı benim. Anthony benden ayrılmayacağını söyleyip duruyordu ama ona veliaht veremeyen bir kadınla nasıl evli kalırdı? Babasından sonra tahta geçecek isim oydu ve soyunu devam ettirmesi lazımdı. Görünen o ki, bu iş benimle zor olacaktı. Hatta hiç olmayacaktı.

Kadının evinden çıktıktan sonra beni bekleyen Daphne ve Michael'in yanına gittim. Beni gezdireceklerini söylemişlerdi. Ebeyle görüşmek isteğimi ikisi de yanlış anlamış gibiydi. Arabaya bindiğimde mutlu mutlu bana bakıyorlardı. Yüzümdeki ifadeyi görünce birbirilerine tedirgin bakışlar attılar.

"Prensesim, sizi en güzel sahillerimize götüreceğim." dedi hemen Michael keyifli bir sesle havayı dağıtmak için. O sırada Daphne elime dokunarak kulağıma fısıldadı.

"Üzülme, daha çok zaman var önünüzde."

O gün bütün günü gezerek geçirdik. Beni en güzel sahillerine götürdüler. Havası temiz ormanlarında dolaştık, piknik yaptık. Daphne ve Michael için mükemmel bir gündü ama benim içimdeki sıkıntı geçmek bilmiyordu.

Akşam olduğunda saraya döndüğümüz zaman yemeğe katılamayacak kadar yorgun olduğumu söyleyip odama çıktım. Nisha her zamanki gibi beni bekliyordu. Hiç konuşmadan kıyafetimi çıkarmama yardım etti. Yalnız kalmak istiyordum. Bu nedenle ona kirli kıyafetlerimi yıkanması için götürmesini rica ettim. Hızlı hızlı eşyalarımı toplayarak beni yalnız bıraktı.

İçimdeki karamsar havayı dağıtmak için banyoya gittim. Küveti sıcak suyla doldurdum. Üzerimdeki geceliği üzerimden sıyırarak çıkardım. Çıplak bir halde küvetteki suyu sabunla köpürtüp, lavanta esansıyla karıştırdım. Tam karşımdaki mermer duvarda içine yerleştirilmiş bir ayna vardı. Aynanın önünde ise yanlamasına düz bir sütun vardı. Pürüzsüz ve sert zeminine sabunlar, parfümler ve esanslar dizilmişti. Önündeki pufa oturdum ve ağır ağır saçlarımdaki tokaları çıkarmaya başladım.

Tokaların hepsi çıktığında saçlarım kabarmış bir tüy yumağı gibi omuzlarıma yığılmıştı. Kasıklarımın üzerindeki yara izine dokundum. Bastırınca içimde bir sancıya neden oluyordu. İçimi çektim. Gözlerimi yara izinden çekip yeniden aynaya doğru kaldırdım başımı. Anthony arkamda durmuş beni izliyordu. Yerimden sıçradım.

"Ne işin var burada?" Elime alelacele geçen bir havluyu kaptığım gibi üzerime sardım. Evet çok manasızdı. Ama saklayacağım bir şey olmadığı gerçeği onun karşısında çıplak durmaya alıştığım anlamına gelmezdi. Yaptığım şey onu güldürmüştü. Ağır adımlarla yanıma gelerek iyice yanaştı.

"Bence buna gerek yok."

Havluyu alttan çekerek yere attı. Derin bir nefes alarak bedenimi inceledi. Bakışlarımı kaçırdım.

Altın Prenses | Andarkan Serisi 3Onde histórias criam vida. Descubra agora