27. Bölüm

103 52 71
                                    

27. Bölüm: "Annemin çiçekleri"

"Eğer annem susuz kalırsa çiçekleri ona hayat veremez. Annemin çiçeklerini kurutmayın olur mu..?"

2 gün sonra...

"Hayaller... Ne güzel şeyler öyle değil mi? Ben hayal kurmayı çok seviyorum. Hayat gibi acımasız bir gerçekle yaşamak zor. Ama hayaller kurmak o kadar kolay ki...

Şimdi kapatın gözlerinizi. Beraber hayal kuralım. En baştan yaşayalım her şeyi. Ben Lavantayı ısıtıyorum, hiç farkında olmadan birisi bana aşık oluyor. Her yerde arıyor beni. Ama bulamıyor. Annem, hiç ölmemiş mesela... Hayali bile güzel değil mi?! Annem hiç ölmemiş ve  Meriç beni mezarlıkta değil de lunaparkta görmüş. Beni hayata bağlamak için mektup vermek yerine yanıma geliyor. "Aa" diyor. "Ben seni tanıyorum..!" Öyle başlıyor Meriç'le bizim ilişkimiz. İkimizde musmutluyuz, annem hayatta... Sonra Meriç beni Zeynep'le tanıştırıyor. Hani o küçük kırmızı elbiseli kız... O gün harika geçiyor, hiç bir sıkıntı yok. Ben evimin yolunu, Zeynep'i unutmuyorum. Tek derdimiz ertesi sabaha kadar birbirmizi özleyeceğimiz... Daha sonra okullar açılıyor. Orada Esila'yla tanışıyorum. Esila'yı çok seviyorum ve onu annemle tanıştırıyorum. Hayatımdaki ilk arkadaşım o olduğu için... Annemde Esila'yı çok seviyor, hemen kaynaşıyorlar. Bir süre sonra Meriç'i de annemle tanıştırıyorum... Annem Meriç'i o kadar seviyor ki... Neden sevmesin ki..? Annem hayatta olsaydı Meriç'i o kadar severdi ki... Çünkü küçük kızının kalbinde biri var ve o kişi kalbine sahip çıkıyor. Onu koruyor ki kimseler kırmasın. Kırmasın ki ben zarar görmeyeyim...

Sizce de hayal kurmak güzel değil mi..?"

Mavi gözlerini benden ayırmadan izleyen Çağatay beyin beni dinlediğini gördüğümde sevinmiştim. Dinlemez sanıyordum. Kimse dinlemez sanıyordum çünkü benim hayallerim kimin umurundaydı?

Klinikteydim. Çağatay beyin yanındaydım. Psikoloğumun... Buraya geleli çok olmamıştı. Sabah erkenden çıkıp gelmiştim. Son iki gündür Meriç'in evindeydim. O gün... Sarhoş olduğum gün beni yalnız bırakmak istememişti. İki gündür sadece Meriç'le iletişim halindeyim. Esila çok kez aramıştı hepsini geri çevirmiştim. Meriç'le de çok sohbet etmiyordum. Ben sessiz kaldıkça o da konuşmuyordu. Şimdi de beni annemin yanında diye biliyordu. Kısacası herkesi tek tek uzaklaştırıyorum kendimden, hem de bu sefer hissiz bir şekilde.

"Hayal kurmak güzeldir elbet. Ama hayallerde yaşamak değil. İnsan gerçeklerle yüzleşmeli ki, bir sonrakiyle başa çıkabilsin. Sende her düştüğünde önüne iyi bak. Ayağına takılan taşı oradan çek ki tekrar aynı şekilde düşmeyesin."

Ben ayağıma takılan taşı bile hatırlamıyorum ki...

"Hayallerde yaşamamalıyım, ama hayal kurabilirim öyle mi?" Diye sorduğumda defterini masaya bıraktı ve koltuğunda rahat bir pozisyon aldı.

"Kısmen."

"Peki bir insan önündeki taşın varlığını unutuyorsa ve her seferinde düşüyorsa?" Dediğimde kalbim ağrımıştı. Bu hastalık psikolojik olarak beni bitiriyordu. Her an bir şey olacak diye ödüm kopuyordu ve ben bundan deli gibi nefret ediyordum.

"Önemli olan taş değil ki... Düştüğünde kalkabilmen."

"Kalkamıyorum!" Dedim hiddetle. "Kalkamıyorum ve bunu kimseye açıklayamıyorum! Bunun için ağlıyorum ama kimse bilmiyor! Ben ölüyorum kimse göremiyor! Kimseye söyleyemiyorum, çünkü..." Elimi alnıma götürdüm. Gözlerim dolmuştu ve yanıyordu. Ağlamamak için verdiğim bir savaşa daha yenik düşmüştüm.

"Çünkü..?" Dedi Çağatay bey. Oturduğum koltukta bacaklarımı kendime çekip dolu gözlerle doktoruma baktım.

"Çünkü onlar benim her şeyim." Dedim sesim titrerken devam ettim. "Çünkü onları üzmek benim istediğim son şey bile değil..." Dediğimde Meriç'i düşündüm. Esila'yı... Benimle her gün üzüleceklerdi. Bensiz bir süre üzülüp hemen unuturlardı. Tek temennim buydu gitmek için. "Çünkü ben onları, onların yanında unutursam..." Dediğimde kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım.

LACİVERTWhere stories live. Discover now