30. Bölüm

54K 2.9K 635
                                    

Gözlerimize inanamıyoruz. Nasıl diye düşünüyoruz çoğu zaman. Ne ara bir milyon okuyucumuz oldu? Ne ara bu kadar Kutay seven insanlar çıktı ortaya. Dün gibi hatırlıyorum ilk yazmaya başlayışımızı. Bir kişi daha okusa bile seviniyorduk. Bie milyon bizim için imkansız gibiydi. 100 bin olsa, nasıl güzel olurdu diyorduk. O zaman nasıl olurdu diye hayal ediyor, seviniyorduk. Oldu, sizin sayenizde bir milyona aşkın okuyucumuz var. Az okuyucumuz varken, bir milyon olduğumuzda bir okuyucumuza imzalı kapüşon göndeririz demiştik. Gönderemeyiz tabii, bu kadar güzel insan arasından hangisini seçebiliriz ki? Belki kapüşon gönderemeyiz. Ama teşekkürlerimizi tüm güzel kalpli okuyucularımıza iletiyoruz. En kötü yazdığımız zamanlarda bile yanımızda olduğunuz için teşekkür ederiz. İyi ki varsınız. Hayaldi, gerçek oldu. Daha nice hayalli milyonlara ulaşmak dileğiyle...

✖️✖️✖️

Düşünceler, hayaller, umutlar, yalanlar... Yaşadığımız tüm şeyler gözümün önüne gelmişti bir an için. Onu sinir edecek veya beni üzecek bir durum olduğunda ya o durumu ortaya çıkaranı dövüyor, ya da bana sıkıca sarılıyordu. Hiç bırakmamak üzere sözler verip duruyordu. Şimdi ne olmuştu da nefret kusacak gibi bakıyordu Haktan ve Batuhan'a? Şimdi ne olmuştu da su yeşili gözlerinde böylesine bir yangın çıkmıştı? Gözlerinde çıkan yangına geçmişinden kalan hatıraları atıp, iz bırakmamak üzere parçalamayacağını umuyordum. Her şey bu kadar basit değildi, değil mi? Yani sonuçta o bana değer veriyordu ve bu kadar kolay vazgeçemezdi. Nasıl olsa o, martı misali seviyordu, öyle değil mi? Yanılıyor muydum?

Hızlı adımlarla yanımıza gelmişti. Fakat durmamıştı, aksine olabildiğince hızlı bir şekilde yanımızdan ayrılmıştı. Geçerken omzuma hafifçe çarpmayı unutmamıştı. Yinede canımı acıtmak istemiyor gibi bir hali vardı. Omuz çarpışı bile yumuşaktı, zarifti. Şefkatliydi. Kutay Dinç'e yakışır bir biçimdeydi.

Omzuma çarptıktan hemen sonra kulağımın yanında bir nefes hissetmiştim. Nefes sıcaktı. Yangından arda kalan küller gibiydi, sıcak. Ve nefesi küller misali kulağımın kenarında uçuşurken, ağzından çıkan kelimeler çoktan kulağımı doldurmuştu. "Yapmak istediğin şeyi anladım. Evet, yüz yüze konuşmaktansa sanırım böylesi daha iyi. Hayatından çıkıyorum, kendine iyi bak. Kararlarından asla utanma. Şans her zaman seninle olsun, yüzün hep gülsün ufaklık." Bastırarak söylemişti son kelimeyi. 'Ufaklık'... Başlardan beri bana 'ufaklık' diyordu. Nedenini çözememiştim ama artık rahatsız olmuyordum. Alışmıştım. Veya kabullenmiştim. İçimden bir ses Kutay'ın bana son 'ufaklık' diyişi gibi gelse de, içimdeki sesi susturmaya çalışıyordum. İçimdeki ses ne bilirdi ki? Yaptığı tek şey beni ikileme düşürmek ve kararsız kalmamı sağlamaktı. Tüm seslerin susmasını diliyordum. İçimdeki, dışarıdaki tüm seslerin durmasını, dünyanın birkaç dakikalık bile olsun hareket etmemesini diliyordum. Gerçekten düşünmem, neler olduğunu tartmam, ne yapmam gerektiğini bulmam gerekiyordu. Fakat bu kahve kokulu ortamda, insanların birbirine girmiş sesleri yüzünden düşünemiyordum. Ellerimi başıma götürmüş, alnımı ovalıyordum.

"Sorun ne?" dedi Doğa yardım etmeye çalışan bir ses tonuyla. Kafamı onaylamaz bir şekilde sallıyordum. "Başım ağrıyor Doğa, gitmek istiyorum," dedim yalan söylemeye çalışırken. Açık ten rengine sahip elleri saçlarımda gezerken, gözümden akacak göz yaşına engel olmaya çalışıyordum. O akacak göz yaşımın tabana çarparken çıkaracağı ses canımı yakabilirdi. Çünkü etrafa yayılırken acılarımı da gün yüzüne çıkaracaktı bu gözyaşı. En derindeki yaralarımı. En acıtanları.

Doğa arkamdan bir şeyler söylüyordu, fakat duymamıştım. Dışarıya çıkıp nefes almak istiyordum. Nefesim daralmıştı. Göğüs kafesim kırılacak gibiydi. Ne ara Kutay'ı bu kadar önemsemeye başlamıştım bilmiyordum ama bir an için gerçekten çok kötü olmuştum.

Blackened|SimsiyahKde žijí příběhy. Začni objevovat