35.Bölüm

13.5K 629 410
                                    

Uzun bir aradan sonra, umarız en azından sizi hoş tutacak bir bölümle gelmişizdir. Bize verdiğiniz, gösterdiğiniz her destek mesajının her kelimesi için bile çok teşekkür ederiz. Sizleri seviyoruz.
Ve bu arada duyuru zamanında iki kişi olsak bile, artık üç kişiyiz!
Tekrar özür diler ve teşekkür ederiz. İyi okumalar!

NOT: Sadece yeni bölümü okuyarak hikâye hakkında karar vermemenizi istiyoruz. İleri ki bölümlerde göreceksiniz ki, hiçbir şey sandığınız gibi olmayacak. İyi akşamlar.

Ufak bir çocukken kalbin bir kere kırıldıktan sonra artık hayatımız boyunca diğer tüm acılara karşı dayanıklı olduğunu düşünürdüm. Ölüm bir kere düşürmüşse seni yere, ikincide sadece sendeliyor, üçüncüde ise hiç etkilenmiyordun bile. Sen hayatına devam ediyordun. Ölümün senden aldıkları ise gökyüzüne gittikleriyle kalıyordu sadece.
Sen yaklaşık bir ay önce hayatımdan çıkıp gecelerimi sabahsız, gökyüzümü yıldızsız bıraktığında bunun böyle olmadığını anladım. Ellerim sana uzandı, dokunamadığıyla kaldı. Gözlerim seni aradı, bulamadı... Bir yaz yağmuru yağarken bile su damlacıkları keskin bir bıçakmışçasına saplandı bedenime. Senin yağmuru ne kadar sevdiğini hatırladım, keskin bıçaklara açtım elimi. Kan revan içinde kaldım, umursamadım.

Eğer ölümün beni sana getireceğini bilseydim, hayatım boyunca cesaret edemediğim şeyleri yapabilirdim belki. Ama yinede jiletler kesmezdi bileğimi, bedenim atlayamazdı uçurumdan. Çünkü daha birkaç ay önce senin için yaşamaya devam ettiğim gelirdi aklıma. Şuan, aya ilk adımını atıp kendini boşluğa bırakan yaralı bir adam gibiyim aslında. Yapayalnızım, boşluktayım. Bilinmeze doğru sürükleniyorum. Ama sen yanımda değilsin.
Neden konuşmuyorsun benimle? Sana şiir yazamıyorum diye mi yoksa? Kağıtlar küstü bana, kalemimin ucu kırıldı küçüğüm. Mısralarım da senden sonra durmadı yanımda, alıp başını gittiler.

* *
Bugün sensizliğe alışamadığım bir başka gün. Biliyorum ki hiçbir zaman alışamayacağım yokluğuna. Sabahları kahve yaparken bile iki bardak çıkarıyorum, belki kahve kokusu gökyüzüne ulaşır da yanıma gelirsin diye.

Ben seni bu kadar severken sen bulutların üzerine gittin. En büyük ilacım olan gülüşünü esirgedin benden. Kalbimi sahipsiz bıraktın, atmaz oldu senin gidişinle. Ama yinede kızamıyorum sana. Çiçekler bırakıyorum içi boş olan mezarına. Toprağını suluyorum, gözyaşlarımla.
Hastaneye kan vermeye gidiyorum, yaşama tutunmak isteyenlere ufacık bir dal olabilmek için. Kendim içinse hep “Allah'ım al beni bu dünyadan” diye dua ediyorum. Ama o inatla almıyor işte. Kalakaldım burada sensiz. Kahkahanın sesi olmadan, ellerini tutamadan, şiir okuyamadan sana, yaşayamıyorum.

Sana aşkı öğrettiğimi söylerdin ya hep. Şunu fark ettim ki, beni bu dünyada tutan hiçbir şey kalmamışken senin sayende hayatta kaldığımı unutmuşsun. Ne ben, ne de sana olan aşkım hayatta tutmaya yetmemiş seni. Ölümün bir nevi kaçış  olduğuna inanmışsın. Ardında bırakacaklarını umursamamışsın. Ama tüm bunlardan ötürü seni değil kendimi suçluyorum hala. Çünkü  acılarını senden alıp bana taşıtmaya yetmemiş sana olan aşkım. Öyle acımış ki canın, dayanamayıp gökyüzüne uçmuş. 

Seni bulabilmek umuduyla gökyüzünden bir saniye bile ayırmıyorum gözlerimi. Belki binlerce yıldızın içerisinde kendini belli edercesine parlar, “Ben buradayım.” dersin diye. Uyuduğumda bile gözlerimin önüne sen geliyorsun hemen. Sen ve eşsiz gülüşün, gecelerimi sabaha ulaştıran tek şeysiniz belki de. Biliyor musun ufaklık, sevmek ne demekmiş daha iyi anladım şimdi. Sevmek ne bir kalp çarpıntısıymış, ne de köşesi kıvrılmış bir kağıda yazılan şiir... Benim için sevmek senmişsin Gece... Yıldızlarla kaplıymış, her biri ayrı acıtırmış canını. Canım çok acıyor küçüğüm, ne olur gel artık.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 31, 2016 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Blackened|SimsiyahWhere stories live. Discover now