21.Bölüm

105K 3.7K 1.8K
                                    

Kendimi, bir geminin kaptanı gibi hissediyordum.

Gemimi kıyıya ulaştırmak için çabalıyordum. Durmadan engelleri, büyük dalgaları, sert rüzgarları aşmaya çalışıyordum. Elbet bir gün güneşin açacağını, dalgaların dineceğini düşünüyordum.

Fakat her gün inancım azalıyordu. Sanki bu okyanusun sonu yokmuş gibi hissetmeye başlıyordum. Çünkü ben ne zaman beni bu derin okyanustan kurtaracak kıyıya yaklaşmaya başlasam, önüme büyük bir dalga çıkıyor ve beni yeniden başladığım noktaya sürüklüyordu.

Hayatım bir türlü düzene girmiyordu. Tam 'Artık herşey düzene girdi.' dediğim an, hiç olmadık bir olay oluyor ve benim hayatım yeniden bozuluyordu.

Seslerin ve renklerin ulaşamayacağı bir yerdeydim, var oluşun, hayatın ötesinde. Her yer siyahtı. Simsiyah. Yaşayan hiçbir şeyin fısıltısı yoktu. Sadece ben vardım. Siyahın içinde kaybolmuş, yaralı ruhum vardı.

İşte tam o an anlamıştım ki, ben; düşmanımın ölüm olduğu, korkunç bir savaşın içindeydim.

Bir an önce bu korkutucu yerden kurtulmak istiyordum. Gözlerimi açmak istiyordum. Gökyüzünü yeniden görmek, anneme sarılmak, doğayla konuşmak... Hepsini yeniden yapmak istiyordum. Göz kapaklarım yerinden kalkmıyordu, fakat gözyaşlarımın tüm soğukluğunu çoktan yanaklarımda hissetmiştim.

Sanırım gözlerimi açmama engel olan şey,tüm bu yaşadıklarımda içimde beni savunup yorgun düşen ruhumdu. Bana, "Açma gözlerini, yeter bu kadar direndiğin." diyordu. Fakat onu dinlemek istemiyordum. Çünkü haklıydı. O, bu oyunu mantığa göre oynuyordu. Fakat şu an benim yaptığım tek şey, kalbimi dinlemekti.

İnsanlar hayatlarının bazı noktalarında durma noktasına gelirdi. İşinde, evliliğinde ya da hayatlarının başka bir bölümünde durma noktası. Ölüm. Ben şuan o durma noktasındaydım sanırım. Arabayı durdurmayı başaramayıp, hayatımı durdurmuştum.

Şu an ruhumun tek düşündüğü şey, cılız bedenimden kurtulup özgürlüğe kavuşmaktı. Bir an önce beni ölümün sıcacık kucağına bırakıp, kendini kurtarmak istiyordu. Ruhum bencildi. Diğer insanlar gibi, herkes gibi o da bencildi.

Ruhum küçük insancıklar şeklini alıp, göz kapaklarımın üstüne yerleşmişti. Ruhumun bir başka hali olan o küçük insanlar bu zamana kadar yaşadığım hüzün, üzüntü ve benzeri şeyleri ifade ediyordu ve çok yorulmuşlardı. Bir tek içimdeki mutluluk yorulmamıştı, çünkü hiçbir zaman tüm duygularımı yönetmek için kalbimde bulunan saraydaki kral tahtına geçememişti. Şimdi bir tek o enerjikti. Ve kirpiklerimin önünde durup, gözlerimi açmaya çalışıyordu. Fakat o tüm yorgun duygular mutluluğu yerine oturturuyor ve uykularına geri dönüyorlardı.

Ben yeniden herkesin bencil olduğunu düşünmeye başladığımda, karanlığımın içinde bir ses yankılandı. Ruhuma ait değildi bu ses. Bu ses, çoğu şeyden daha gerçekti. Çok tanıdık geliyordu. Bu simsiyah alanda kim yanımda olabilirdi ki? Kim beni bırakmamış olabilirdi?

Bana gitgide yaklaşan bu ses, sorularımın cevabıydı.

''Uyan Gece, lütfen. Gülüşünü özledim.''

Kutay.

Beni bırakmamıştı. Yine yanımdaydı. En fazla ihtiyacım olduğu zaman yine yanımdaydı. Şimdi de beni bu karanlık odadan çıkarmak için gelmişti. Düşmek üzere olduğum simsiyah uçurumdan kurtarmak için tüm engelleri aşıp yine gelmişti. O, diğer insanlar gibi değildi. Çünkü o bencil değildi.

Buz gibi elimin üzerinde bir el hissettiğim zaman, yaşamaya yeniden dönmeme ihtiyacı olan birilerinin olduğunu anlamıştım.

"Ufaklık ben geldim. Korkmana gerek yok. Biliyorum şu an beni duyuyorsun. Biliyorum koskocaman bir karanlığın içinde, çıkış kapısını arıyorsun. Yalnız değilsin ama, korkma tamam mı? Kimse, hiçbir şey zarar veremez sana. Ben de veremem, kendin de veremezsin, bir başkası da veremez. Güvendesin..."

Blackened|SimsiyahМесто, где живут истории. Откройте их для себя