otuz üç

6.8K 208 44
                                    

Bir yerlerde hata yapıyordum. Bir yerlerde yanlışa düşüyordum ki aslında bu 'yerlerin' nereler olduğunu da gayet iyi biliyordum. Normal bir insanın aksine yani. Çünkü hep şöyle olmaz mıydı; üst üste çıkmaza düştüğünde durup düşünürdün, neden böyle oluyor, niye benim başıma geliyor, nerede yanlış yaptım... çünkü gerçekten bilmiyor olurdun. Bilsen, böyle tekrarlamazsın çünkü. Çünkü hatalarından ders almış ve yoluna devam etmiş olursun.

Benim aksime.

Ben, nerde hata yaptığımı, nerelerde yanlışa düştüğümü gayet iyi biliyordum. Yağız, Egemen'in evine pat diye gelip bizi yakalamak üzereyken saklandığım anda da bu hataya düşmüştüm, Egemen gece vakti odama gizlice girdiğinde de aynı hatayı yapmıştım. Aslında... Sanırım hata yapmadığım tek bir an bile yoktu.

Egemen'i sevmek dışında.

Egemen...

Acaba şu an kapının ardındaki Yağız ise, bize nasıl bir tepki verirdi? Daha doğrusu, Egemen'e nasıl bir tepki verirdi?

O an, kapıyı açmadığımız o kısa anda, en büyük haksızlığı Egemen'e yaptığımı fark ettim. Dolayısıyla en büyük hatamı da ona karşı yapıyordum. Mesela onu ısrarla yalana sürüklüyordum. Kendi dediğime çekiyordum. O bir an evvel açıklamak isterken ve belki de her şeyin daha da kötüleşmemesi için çabalarken, ben her şeyin mahvolmaması için uzatmaları oynatıyordum. Şu an mahvolmaması için. Çünkü içimden bir ses, önünde sonunda her şey mahvolacağını söylüyordu.

Ki, benim bu tavrım her şeyi daha da kötü yapacaktı. Belki de Egemen'le beraber olmaya başladığımız ilk zaman, yani tam olarak on gün önce; Yağız'ın karşısına dikilip anlatsaydık derdimizi... şimdi içerde Anıl ve Özge gibi birbirimize sarılıyor olabilirdik.

Ama bunun için geçti. En azından şu an.
Ben olduğum yerde kalmış, nefes bile almadan beklemeye devam ederken kapı bir kez daha tıklandı. Egemen, kimin olduğuna dair bir ses duyamamış olacak ki, kapıdan uzaklaştı ve bana dönerek, duşa kabini işaret etti. Aklıma başka hiçbir şey gelmediği için, dediğini yaptım ve sessiz ama hızlı adımlarla iç tarafa geçip kabini süsleyen perdeyi elimle düzelttim.

Egemen de birkaç saniye sonra kapıyı araladı.

"Hele şükür." dedi tanıdığım o ses. Kerem.

Sanırım nefes almaya tekrar başladım. Derin bir nefes çektim içime. Korkum tamamen geçmedi fakat kapının ardındakinin Yağız olmadığını bilmek içimi rahatlatmıştı.

"Ortak kullanım alanlarında böyle uzun süre kalınmadığını biliyor olman lazım."

Sesli bir soluk bıraktığını duydum Egemen'in. Sanırım o da rahatlamıştı az da olsa. Çünkü karşısında Kerem vardı ve yine sanıyorum ki yakalanmamıştık. "Ben de tam çıkmak üzereydim."

"Valla isabet olur." dedi Kerem hızlı hızlı. "Yarım saattir senin çıkmanı bekliyorum. Feci durumdayım."

Feci durumdayım mı?

"Feci durumdayım mı?" diye sordu Egemen adeta aklımı okuyarak. "Nasıl yani?"

Kerem'in ofladığını duydum. "Ne nasıl yani? Sıkıştım oğlum, çık da halledelim işimizi." Ardından içeri yürüdüğünü hissettim. "Hem senin bu halin ne?"

"Ne varmış halimde?"

"Saçın başın dağılmış, savaştan çıkmış gibisin." deyip güldüğünde gözlerimi devirmeden edemedim. "Hem..." dedi kısa bir duraksamanın ardından. "Ne yapıyordun sen içerde?"

"Yuh amına koyayım." dedi Egemen çok da sesini yükseltmeyerek. "Tuvalette ne yapmış olabilirim?"

"İşte ben de onu soruyorum." diye mırıldandı Kerem. "Bayadır içerdesin, saç baş dağılmış... kapıyı ilk açtığında da nefes nefeseydin sanki."

Sen Benimsin | texting जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें