GİRİŞ

116K 4.2K 2.9K
                                    

Hiç özleşmemize izin vermedim gördüğünüz gibi... Direkt bölüme geçin bölüm sonunda konuşuruz.

Keyifli Okumalar!

🍂

- İzmir, 1919 -

"Seyit Ali!"

Genç adam isminin yüksek sesle bağırılmasıyla elindeki Reşat Nuri'nin Çalıkuşu kitabını hızla kapatıp aceleyle masanın altında kendisi için yaptığı gizli bölmeye sakladı. Gaz lambasının aydınlattığı küçük, kasvetli odanın içinde gördüğü silahını kabzasından sıkıca tutup oturduğu yerden doğruldu hızla.

"Hayırlı haber mi?" diye mırıldandı Seyit Ali endişeyle, o an kapının önünde silah arkadaşı Bahadır gözükmüştü. Suratındaki ifade, omuzlarının çökmesini sağlarken az önce kalktığı sandalyeye kendini geri bıraktı.

"Yunan mürettebat ve donanmaları yarın İzmir kıyılarına yanaşacak diyorlar" dedi Bahadır, hem büyük bir öfke hem de dev bir endişe duyuyordu.

Selanik düşeli dokuz yıl olmuştu, Bahadır o zaman annesi ve kız kardeşiyle İzmire sığınmıştı. Mekteb-i Harbiye de tanışmıştı Seyit Ali ile. Hem İzmir'i kendi vatanı gibi sahiplenmiş hem de Seyit Ali'yi kendi kardeşi gibi benimsemişti.

"Bunu bekliyorduk zaten kardeşim" dedi Seyit Ali sıkıntıyla. "İzmir benim göz bebeğim, onların eline bırakmam"

"Gücümüz yok Seyit Ali, dökülüyoruz baksana. Hayat okuduğun kitaplardaki gibi toz pembe değil"

Seyit Ali, masmavi gözlerini karşısındaki kardeşim dediği adama dikti. Bahadır o bakışların derinliği ve korkutuculuğu karşısında duraksadı.

"Yarın sabah onları kordonda karşılayacağım" dedi Seyit Ali, küçük yaşına rağmen öyle cesur ve dik başlıydı ki Bahadır bazen şaşırıyor, ve hayran kalıyordu. "Gelmek istemiyorsan..."

"Saçmalama Seyit" dedi Bahadır, tereddüt bile etmedi. "Ama binbaşı..."

"Binbaşı bizi umursamıyor. Onun gözünde yeni yetme askerleriz Teğmenim, bizi fark etmeyecek bile o kargaşada"

"Gidip ne yapacağız?" dedi Bahadır, gece yarısıydı ve Bahadır haberi alır almaz kardeşinin sürekli takıldığı terk edilmiş, izbe yapıya koşturmuştu.

"Bilmiyorum" dedi Seyit Ali, o hep düşünmeden duygularıyla hareket ederdi. "Orada olmak istiyorum. Kendi vatanım değil mi? İstediğim yerine giderim"

"Kardeşim korkarım ki sen işin ciddiyetini idrak edememişsin henüz" Seyit Ali bakışlarını masaya dikti, cevap vermedi.

Şimdiden Türk bayraklarını revazinlerinden indiriyorlardı, halk korkuyordu.

"Başka bir havadis var mı?" diye sordu Seyit Ali, hava öyle rüzgarlıydı ki, kırık dökük pencerelerden geçmeye çalışan esinti odanın içinde bir uğultu yaratıyordu.

Önüne bir parçası yırtılmış bir parşömen koydu. Siyah beyaz bir fotoğraf vardı, iki askerdi. Yırtılmış bir gazete parçası olmalıydı. Fotoğraftaki adamlardan birisi orta yaşlıydı, arkasında genç bir adam duruyordu. Kaşları çatıldı Seyit Ali'nin.

"Kim bunlar?" diye sordu, tek eliyle kağıdı alıp göz hizasında kaldırdı. "En önde duran kişi, Yunan işgalcilerinin başındaki adam. General Pavlos Angelopoulos" dediğinde tüm bedeni istemsizce gerildi, kağıda daha dikkatli baktı.

"Diğeri?" diye sordu çatık kaşlarıyla. Ön tarafta duran adamın aksine suratı ciddiydi, siyah beyaz fotoğrafa rağmen sarı saçları olduğunu anlayabiliyordu Seyit Ali.

"General'in oğlu" dediğinde kaşları çatıldı genç adamın. "Üsteğmen Leonidas Angelopoulos" dedi. Seyit ali fotoğraf karesine son bir defa dikkatle bakıp katlayarak üniformasının iç cebine soktu.

"Eyvallah kardeşim" dediğinde Bahadır Seyit Ali'nin omuzuna bir elini koyup hafifçe eğildi ve alnını alnına dayadı. "Davamız bir kardeşim" dedi samimiyetle.

Seyit Ali gülümsedi ve aynı Bahadır gibi bir elini ensesine çıkartıp uzun parmaklarıyla sıkıca tuttu.

Bahadır yavaşça geri çekildi ama hala bir eli omuzlarındaydı. "Eve gideyim artık, apar topar çıktım. Anam meraktadır" dediğinde Seyit Ali kafasını salladı.

"Selamımı söyle" dedi, eve gitmeyi düşünmüyordu bu gece. Sabaha kadar burada kalacaktı.

"Sen de gel, hava serin. Burada durma sabaha kadar, hem bizim ev ahalisi de özledi seni" dediğinde Seyit Ali'nin kalın dudakları kıvrıldı. "Eyvallah kardeşim, burada iyiyim. Yakın bir zamanda ailenle de hasbihal ederiz"

Bahadır gittiğinde Seyit Ali elindeki silahı masaya geri bırakıp dakikalar evvel gizlediği kitabı masanın altından çıkardı.

Kaldığı sayfayı açarken günün aymasına bir kaç saat kaldığını biliyordu. Bu son huzurlu saatleriydi belki de, sadece onun değil tüm bu toprakların kaderi yarın değişecekti.

Seyit Ali eli silah tutan, gerektiğinde gözünü kırpmadan adam vuran, ve her fırsat bulduğunda aşk romanlarında kendini kaybeden bir Teğmendi.

O an Seyit Ali'nin kalın dudakları gördüğü satırlarla yavaşça kıvrıldı, parmaklarını o kelimelerde gezdirip tekrar okudu.

Daha o gün anlamıştım, ben ömrümce seninle sınanacaktım. Çünkü insan daima en sevdiği ile sınanır...

🍂

Daha soluklanmadan yeni bir serüvene başlıyoruz...

Başından sonuna kadar umarım hep beraber oluruz, öpüyorum her birinizi ayrı ayrı..🍂

işgalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin