4- Türk ve Yunan

38.7K 3.5K 3.5K
                                    

Medya: Leon

🍂

Üzerimdeki üniformanın kumaşını avuç içlerimde sıkarken bana doğru uzatılmış zarflara baktım.

"Bunları Yunan Karargahına götür" dedi Albay Ferdi, nereden estiyse beni karargaha çağırmıştı. Burada bu işi yapabilecek onlarca asker vardı ve saat gecenin bir yarısıydı. Uykudan uyanıp gelmiştim.

"Emredersiniz" dedim elindeki zarfları alırken. "Taşkınlık yapma orada, saygılı ol" dediğinde kafamı salladım sadece.

O sarı çiyan'nın ayağına bir şeyler götürmek hem gururumu zedeliyor hem de mideme kramplar sokuyordu. En son meyhanede yaşananlar aklıma geldiğinde ense kökümden bir ürperti geçti, neden bu kadar beni etkilediğini bilmiyordum. Aslında Bahadırı bir beladan kurtarmıştı, fakat onun hakkında zorlasam da iyi düşüncelere sahip olamazdım.

"Çıkabilirsin" dediğinde beklemeden arkamı döndüm ve küfür ede ede Karargahın önünde bekleyen faytona bindim.

"Yunan Karargahına" dediğimde at anında hareketlendi. Elimdeki zarfa baktım, üzerinde o Üsteğmenin adı yazılıydı. Açmak için ellerim yanıyordu adeta ama açamazdım. Hemen belli olurdu, başıma dert almak istemiyordum.

Çok geçmeden Karargahın önünde durduğunda faytondan indim ve Yunan askerlerine bir bakış attım.

Zarfı uzattım. "Üsteğmen Leonidas için, teslim edersiniz"

Yunan asker zor anlaşılan bir Türkçe ile "Üsteğmen bizzat sizin vermenizi istedi" dediğinde kaşlarımı çattım.

"Neden?" diye sorduğumda cevap vermek yerine bana yolu açtı. "Üçüncü katta, koridorun sonundaki oda" dediğinde gözlerimi kapatıp öfkeyle bir nefes aldım.

Karargaha girdiğimde dalgalanan Yunan bayraklarını gördüm, yüzüm buruştu istemsizce. Büyük adımlarla üçüncü kata çıktım ve tam o sırada koridorun sonundaki odadan kumral bir asker çıktı.

Ceketi elindeydi, gömleği buruşmuştu ve kemeri çıkıktı. Adımlarım duraksarken o kumral adam küçük adımlarla yürümeye başladı, her adımında suratını buruşturuyordu.

Korkut'un söylediklerinin aklıma gelmesiyle bir anlığına bozguna uğradım. Olabilir miydi?

Adımlarım donuklaşırken kumral asker ile göz göze geldik. Bana uzun uzun bakıp gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldım. Odasına doğru ilerlerken birden kolumu tuttu.

Benden kısaydı, gözlerimi yüzüne diktim.

"Próseche" dedi, kaşlarım daha çok çatıldı. (dikkatli ol)

"Ne diyorsun tipsiz?" dediğimde yüzüme bir kaç saniye daha bakıp kolumu bıraktı ve sarsak adımlarla yürümeye devam etti. Ne olmuştu şimdi?

Koridorun sonundaki odaya ilerleyip isteksizce kapıya vurdum iki defa. Yunanca cevap vermesini beklerken Türkçe bir şekilde "Gir" dedi.

Geleceğimi biliyor muydu?

Kapıyı açıp içeri girdiğimde büyük masanın ardındaki sandalyesinde oturan Üsteğmen ile göz göze geldim. Arkamdan kapıyı kapatıp bir iki adımda tam masasının önünde durdum ve zarfları ona uzattım. Almadı.

"Otur" dediğinde yerimden kıpırdamadım. Yüz hatları anında sertleşirken "Otur Teğmen" dedi tekrar sertçe.

Oturmadım.

"Karargahtan bekliyorlar" dedim, yalandı. Dudakları kıvrıldı. Duygu değişimleri beni cidden şaşırtıyordu.
Keyifle gülebiliyor fakat dakikalar sonra bir adamı alnının çatından vurabiliyordu. Sert yüz hatları saniyeler içinde yumuşayabiliyordu.

"Kimse seni karargahtan beklemiyor Teğmen" dedi. "Şimdi, otur"

Otoriter sesi kasılmama sebep olurken ne diyeceğini merak etmeye başladım. Deri koltuklara oturdum yavaşça, zarflar hala elimdeydi.

Yeşil gözlerini kısıp suratımı izlemeye başladığında ip gibi gerildiğimi hissettim. Şimdi kalkıp o beyaz boynunu kırsam ne kadar güzel olurdu aslında?

"Türk müsün?" dediğinde bir an gülecek gibi oldum. Aptal.

"Evet" dedim sadece, bunu anlayamayacak kadar salak olma ihtimali beni korkuttu. "Kaç yaşındasın?" diye sordu bu sefer.

"Yirmi" dediğimde bir an duraksadı; kalın, vişne rengi dudakları kıvrılırken "Küçüksün" dedi.

Bir an yaşını merak ettim ama tabii ki soramazdım, ayrıca onun odasında oturmuş neden bu soruları cevaplıyordum ki?

"Türkler der ki; akıl yaşta değil baştadır. Yani yaşının büyük olması akıllı olduğunu delalet etmez"

Dikkatle beni dinledi. Bakışları yüzümde öyle dikkatli geziyordu ki, kendimi onun karşısında savunmasız hissetmeme neden oluyordu. Bu fiziksel bir güçsüzlük korkusu değildi.

"Benim akıllı olmadığımı mı ima ediyorsun Teğmen?" diye sorduğunda kaşlarımı havaya kaldırdım. "Sizin yaşınızı bilmiyorum lakin pek mantıklı olduğunuzu da düşünmüyorum"

Gözlerini benden ayırmadan bir tütün çıkarıp dudaklarının arasına koydu ve bir kibrit ile yaktı.

"Neden?" diye sorduğunda olduğum yerde daha dik oturdum. "Başka milletlerin gölgesine sığınarak bir devleti işgal ediyorsunuz" dedim.

"Kimsenin gölgesine sığınmıyoruz" dediğinde alayla güldüm. Başka devletler onlara arka çıkmasa asla böyle bir şey yapamazlardı.

"Sığınıyorsunuz" dedim kendimden emin bir şekilde. "Yoksa bizim topraklarımıza göz ucuyla bile bakmaya cesaret edemezdiniz"

"Sen.." dedi, masanın üzerinden hafifçe bana doğru eğilerek. "Bu cesareti nereden buluyorsun?" dediğinde yüzünde sinirli bir ifade yerine bir sırıtmanın peydah olması sinirlerime daha çok dokundu.

"Sizden bir çekincem yok, en fazla dün gece o adama yaptığınız gibi bir kurşunda bana sıkarsınız" dedim.

"Ölümden korkmuyor musun Teğmen?" diye sordu bu sefer. Cevap vermedim. Bilmiyordum bunun cevabını.

"Yunanlıların bir sözünü söyleyeyim bende o halde sana" dediğinde gözlerimi yeşil gözlerine dktim. Bana bakarak sigarasından bir nefes daha çekti. "En iyi Türk, ölü Türk'dür"

Ensemden, ayak bileklerim kadar bir ürperti geçti vücudumdan. Bu korku değil, sinirdi. Elimdeki zarfları sıktım, ellerim titriyordu.

Öylece arkasına yaslanmış bir şekilde beni izledi. Göz bebeklerimin bile öfkeden titrediğine emindim.

Sıkılı dişlerimle bu sefer ben masanın üzerinden ona doğru eğildim. "Türkler öldürülebilir Üsteğmen" dedim "Lakin mağlup edilemez"

Dudakları dişlerini gösterecek kadar büyükçe kıvrıldığında olduğum yerde bacaklarımı salladım, Allahım, beni ne ile sınıyorsun?

"Bu laflarınla beni öfkelendirmiyorsun" dedi, "Aksine, ilgimi çekiyorsun. Yapma"

Oturduğum yerden hızla ayağa kalktım. Gözleriyle beni yavaşça takip etti. Bu sefer omuzlarıma, üniformamın sarmaladığı kollarıma bakmaya başladığında gözlerimi kapatıp burnumdan sert bir soluk aldım.

"İsmin ne senin?" dedi, benim aksime o kadar sakindi ki bu zaten öfkelenmeye hazır bedenimi kavuruyordu adeta.

Cevap vermedim.

"İyi akşamlar Üsteğmen" dedim ve o adama arkamı dönüp büyük adımlarla odasını terk ettim.

"Sarı çiyan" dedim kendi kendime öfkeyle. "Kibarcığa bak, ettiği laflara bak!"

Büyüm adımlarla Yunan Karargahını ardımda bıraktım. Soğuk, boş sokakta yürümeye devam ederken avuçlarımda buruşmuş bir şekilde duran zarfları zar zor fark ettim.

Hiçbir şeyi düşünmeden zarfı yırtar gibi açtığımda, günün ikinci şokunu da yaşamıştım.

Zarfın içi, bomboştu.

🍂

Leon, ne yapıyorsun anasını satayım?

Bu akşam bir bölüm daha gelir...

işgalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin