1.1

533 51 8
                                    


Bağın Yanılgısı: Birleşme

Kısa saçları tutam tutam dağılıyordu rüzgarın soluğuna. Gözlerinin içine dolan toprakla susuz kalmış göz pınarları solmuş ekinleri andırıyordu. Kırptıkça hissettiği sıcaklık uykusunu getiriyor fakat bu hisse direniyordu genç kadın. Zira uzun zamandır ilk defa boşluğunu yaşıyordu. Bu umutsuzluk zirvesinde gözlerini kırpmadan dikiliyor ve uğuldayan dikilmiş kulaklarının soğukluğunu hissediyordu. Bedeni, ölmekte olan bir ağaç gibi dimdik fakat dayanıksızca sallanıyordu. Hüzünlü bir müziğin eşlik ettiği gecede gözlerini göğe dikti genç kadın. Onca yer varken başına üsüsen yağmur bulutlarına minnet duydu. Rüzgarın ortaya çıkardığı saç derisine okşar gibi inen yağmurda hissetmediği anne sıcaklığını buldu.

Boğazına değin çektiği ceketinin içinde ilk defa rahat hissediyordu Kavin. Giyenin bir çiçek olsa dahi içinde kuruyacağı soluk takımından sıyrılarak uykusuz geçen zaruri gecesine fuzuli bir gece eklemişti. Kalın pijamaları ile şehrin göründüğü ucuz bir zirveden ışıkları seyrediyor, ayaklarının altında eğilip bükülen çiçekleri eziyor ve her rüzgar darbesinde sallanıyordu. Öyle ki onu yıkmak konusunda ısrarcı olan şiddetli rüzgar, bunu bir gurur meselesi haline getirerek daha hırslı esiyor gürlüyordu. Gözünün önünde beyaz ışıklar parlayıp olanca gürültüsünü kulağına doldururken, kimsenin olmadığı bu ıssız ve kimsesiz gecede Kavin, hiçbir şey hissetmeksizin yürüyordu. Bir ağaçtı o anda, bir çiçek sözgelimi, çorak bir toprak, çakan bir şimşek ve dahi onlarca şey. Bir tek Kavin değildi genç kadın.

Geçip gittiği yollarda gördüğü şeylere hülyalı hülyalı bakarken gözlerini kırpmamaktan dolayı gözleri dolmuştu genç kadının. Fakat bu anda dahi ıslanmıyordu yanakları. Bir tek yağmur yalıyordu tenini. Ve işte o kadar...

Denk geldiği bir bankta yalnızlığını ve kimsesizliğini anıyordu, öylesine dikilmiş anlamsız bir sokak lambasında, bir çalıya takılmış yırtık bir naylon poşette... İşte, dolandığı bu havada, gecenin bu vaktinde hissettiği soğukluktaydı Kavin. Her zaman böyle hissetmişti kendini. Soğuk ve yağmurlu, rüzgarı kendinden menkul bir gecenin ayazındaymışçasına yaşamıştı ömrünü. Gürültüsüzce yalamıştı şehrinin sokaklarını, sadece gereklilikten dolayı yitip gitmişti bir yerlerden ve yine gereklilikten dolayı doğmuştu bir yerlere. Hiçbir yere ait olmayan bir rüzgar gibi, bir an olmuş bir ansa olmamıştı. Varlığının bir yerde kuvvetle belirdiği, hissedildiği olmuş muydu acaba şimdiye değin? Bunun gerekliliğini duymuş muydu Kavin? Hayır, mevzuu bunlar değildi. Mevzu Kavin'in bir benlik ifade edemeyişinden ziyade "ben" olamamasıydı. Ben diyince içine dolduracak şeyleri, etiketleri, sınırları ve sınıflandırmaları kaldırınca bir şey kalmayan o ıssız boşluktu. Bunca yıldır bedenindeki her delikten soluğu çıkan, soğuğu işleyen bu soğuklukta baş edemiyordu artık Kavin. Bu hiçlikte kendine uğraş ettiği kardeşi de artık yoktu.

O halde o da hiç olmalıydı.

Söz gelimi bir poşet misali rüzgarda sürüklenen. Yahut bir bank gibi kimse oturmadan geçip gidilen. Yahut bir sandalye açılmamış dükkanda bekleyip çürüyen . Hiçbir anlam ifade etmeyen varlığının ölüm çukuru yaşam kıskacı anını bitirmeliydi. Yaşamıyorsa şayet, yaşamanın ne anlamı vardı?

Başını kaldırdı genç kadın. İntihar fikrinin kendinde bir şeyler alevlendirmesini, bir ürperti vermesini bekledi. Bir anlık yokladı kendini. Boşluğu daha ürkütücüydü. Derken sıyrıldı andan Kavin ve karşısında çok tanıdık bir yüz gördü:

"Sikerim, burada da yakalandık! İstemiyorum alo! Çalışmıyorum bu gece. Paydos anam naş!"

Yüzünde hiçbir mimik oynamadı Kavin'in. İçinde hiçbir canlılık baş göstermedi. Solmuş ekinleri çürümüşlüğüyle kalırken Fahişe'yi bir rüya gibi görüp geçti.

FAHİŞE'NİN AŞKI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now