FİNAL

693 43 60
                                    


Son

Karanlık, isli ve bulanık bir hava vardı o gece. Ayaza kesmiş karanlıklardan ayakları birbirine dolanan fakat hiç düşmeden uzun uzun yürüyen ayyaşlar çıkıyordu. Hiçbirinin dilinde sarhoşluğa özgü pervasız, neşeli şarkılar yoktu. Sadece dudaklarında sallanan son sigaralarını içli içli içen yaşlı yüzlerin derin çizgilerinde yol yol hüzünler, rüzgarla sallanan tabelalarda silinmiş ve o haliyle anlamsız bir metal yığınına dönmüş yazılar vardı. Bir ceketi olmadığı için söve söve yanından geçen aceleci adımlar, müşteri bulmadığı için saatlerdir burada yarı çıplak dikildiğine içerleyen yalnızlıklar, kaderine küskün kimsesizlikler, evinden atılıp yolu buraya düşmüş çaresizlikler, artık bu işi yapmamasına rağmen köşe başlarında fahişelere annelik yapan, geçmişin dehşetini yüzünde taşıyan yaralar, vaktinden önce yaşlanıp sarkmış çok kullanılmış bedenler, kaptığı virüslerden uygun bir tedavi göremeyip ölen taşsız mezarlar vardı. Ah... Bir de şu kadın, Kavin.

Omzunda, yaşamın tonlarca yükü, yüzünde tanık olduğu manzaranın dehşeti, gözlerinde kendinden başka kimseye düşmesin diye evrenin tüm hüznü yürüyordu. Yollar, ışıksız bir boru gibi uzuyor, genç kadının soluğu yankılanarak kulaklarına doluyordu. Göğüs kafesinde, yaşamın bir lanet olduğunu düşünen yüreğinin saklı bir köşesinde topladığı umut çiçekleri soluyordu. Annesine, şahit olduğu ilk bahardan çiçek toplayıp götüren bir çocuk gibi içine Sitare'yi saklamıştı. Burnuna, çürük, kof bir koku çalınıyordu şimdi. Ezilmiş büzülmüş, o haliyle bir avuç top halini almış yüreğini önüne serse bile umut çiçekleri yeşermeyecekti. Her şey anlamsız, renk renk boyaların ardında bıraktığı bulanık bir suya dönmüştü. Bu suda, kendini dahi göremiyordu Kavin. Fakat anladığı bir şey vardı, hayatı önüne geçilemez bir noktaya sürüklenmişti. Bunu kontrol etmek için çok güçsüzdü. Ah... Hayatı boyunca her şeyi kontrol etmekten bıkmış, usanmıştı. Bitmişti Kavin. Kendini, kendi ateşinde yakıp bir fincan küle çevirmiş ve ansızın orada unutulup başına buyruk bir rüzgarla zamana dağılmıştı. İlkin çoğaldığını düşünmüştü fakat her yerde olmak, aynı zamanda hiçbir yerde olmamaktı. Sitare'nin yanında olsaydı bir bütün edebilir miydi Kavin?

Derin bir soluk aldı. Başını yere eğmiş, adımlarına bakarak yürürken düşüncelerine sığınmayı istiyordu. Elleri, soktuğu ceplerinin içinde titriyordu. Hiçbir şey hissetmemeyi ne çok isterdi! Aksi gibi öyle fazla şey hissediyordu ki birini bile yakalayacak dermanı yoktu. Boş boş yürüyordu sadece, bir yere varmaksızın. Nefes alıyordu, yaşamaksızın. Düşünüyordu, zihnini görmeksizin. Kavin, büsbütün bir boşluğun içine düşmüş olduğunu bilmeksizin yaşamın içinde boğuluyordu.

Saatler geçti yahut Kavin, saatlerin yığın yığın yanından kaçıp gittiğini sandı. Ağrıyan boynunu kaldırıp olduğu yerde ansızın durdu. Niçin durduğunu bilmiyordu, çok sonradan bu anı düşündüğünde neden durduğunu hala anlayamayacaktı. Kulaklarının etrafından geçen uğultuları, başını havaya diktiğinde saçlarıyla harbe giren rüzgarı, uzuvlarının cam kadar keskin üşümüşlüğünü, dizlerindeki dermansızlığı, yürürken incittiğini fark etmediği bileğinin sızısını, ağrıyan sırtını hissederken göğün, kirli gri kayıklarıyla kayıp gittiğini izlemeye başladı. Omuzlarına, bir damla düştü. Bu anı bekler gibi etrafında bir karmaşa çıktı genç kadının, herkes gök gürültüleriyle gelen yağmurdan kaçınmak için üzerine su tutulmuş böcekler kadar hızlı, deliklerine sığındı. Kimi "Aman, kaçın yağmur fena!" diyerek yaptı bunu, kimi "Ulan hastalık bizim işte sıkıntı olmasa deli gibi ıslanırdık şimdi!" diyip gülerek yaptı, kimi "En azından hava biraz yumuşar, bu ne soğuktur!" diyerek yaptı fakat herkes, bir şekilde bir yerlere ilerledi de bir tek Kavin kaldı. Olduğu yerden ne bir adım ileri, ne bir adım geri gitti. Zırh gibi durdu, bacakları damdan sarkan buz gibi incelip çakıldı, bedeni tir tir titremeye başladı. Herkesin nasibine birer birer düşen damlalar bir tek Kavin'e ağır geldi. Genç kadın, omzunda biriken yağmur damlalarına karşın başını yere eğdi, omuzları sarsıldı. Dünya'yı, ıslak ve buğulu bir camın ardından izlemek dediği yaşlar, gözlerine doldu. Yüzünde, hiçbir ifade yoktu genç kadının. Fakat yanağından bir damla yaş süzülünce, belki de ömründe ilk defa topluma açık bir yerde, yağmura rağmen ona değen onca aceleci, telaşlı bakışın arasında boynunu güçsüz omuzlarının altına çekerek ağladı genç kadın. Şimdiye değin, hiç bu denli şiddetli ağlayabileceğini bilmiyordu. Bu sebepten biraz korkak, biraz da kontrolsüz kendini göğün yaşlarına terk etti. Omuzları sarsıla sarsıla, nefesi ciğerlerine yetmediği için göğsünü içine çekerek, alt dudağını sesini biraz olsun bastırabilmek için olanca kuvvetiyle ısırıp kanatacak denli ağladı Kavin. Elini kaldırıp dirseklerinin içiyle gözünü kapattığında gözlerinin acısını giderebileceğini düşünüyordu fakat aksi gibi, gözleri daha da acıdı ve bir de buna ağladı Kavin. Böyle yağmurun altında sırılsıklam, yediği rüzgarla içi tir tir titreyerek ağladığı için de ağladı. Derken güçsüz düştü genç kadın.

FAHİŞE'NİN AŞKI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now