→#In Trouble←

414 34 5
                                    

Masadaki son müşteri de ayrıldığında üzerimdeki kırmızı önlüğü çıkarıp buruşturarak kenara fırlattım. İşim yorucu olmasına yorucuydu fakat diğer yandan bunun sıkıcı olduğunu söylemem de yalan olurdu. Sıradan olmaktan ziyade benimkinden farklı ve daha az tehlikeli hayatları olan insanların arasında vakit geçirmek düşüncelerimi dağıtıyor ve içimi rahatlatıyordu.

Tezgahın arkasına geçip masadan aldığım ücreti kasaya yerleştirdim ve kafeden ayrıldım. Dışarıda ısırıcı sert bir rüzgar hüküm sürüyordu. Havanın kararmasına bakacak olursak yağmurun dökmek üzere olduğunu söylemek yerinde bir tahmin olurdu. Kapüşonumu başıma çekip ellerim cebimde ana caddeye doğru yol aldım. Hava dökmeden bir taxi bulabilirsem şanslıydım.

Ana caddeye vardığımda bir banka oturup gözlerimi dört şeritli yol üzerinde dolaştırdım. Evet, Amerika'nın dört şeritli yolları meşhurdu. Fakat sadece bununla kaldığını sananarsanız yanılırdınız. Çünkü bu yollar sekiz şeride kadar bile çıkabiliyordu.

Önümden geçecek boş bir taxiyi beklerken modasını geç yakaladığım Kill Bill melodisiyle çalan telefonumu çıkarıp baktım. Arayan Amanda'ydı.

-"Hey Stella!" Telefonların dinlenme olasılığına karşın sahte ismini kullandım.

-"Ollie, hep beraber yemeğe çıkacağız. Seni nereden alalım?"

-"Katılma kararı alırsam sizi ararım."

Telefondan boğuk bir homurtu yükseldi. "Sana seni nereden alalım diye sorduğumu sanıyordum."

Ona belli etmek istercesine burnumdan güldüm. "Pekala dominant bayan, ana yoldaki Butter shop'un önündeyim. Fakat üşümeye başladığımı hisseder hissetmez taxiye atlar giderim."

-"On dakikaya oradayız."

Telefonu kapatıp cebime geri koydum. Rolüm gereği evine zor yetinen bir öğrenci olduğumdan dolayı arabam da yoktu ve seyahatlerimi ya otobüsle ya da taxiyle yapmak zorunda kalıyordum. Tabii arkadaşımın arabası varsa o da sıraya giriyordu. Aslında bundan delicesine nefret ediyordum. Ben hep kendi kendine yetinmeye alışmış birisiydi ve diğerleri fark etmeseler bile bu görev benim kişiliğime tamamen tersti. Daha çok resmiyet isterken kendimi sıradan yaşamın çekiciliğine bırakmaktan geri duramıyordum. Her ne kadar Security için olmasa bile güçlü olmak zorunluluğumdu. Üç yıl boyunca verdiğim onca emek, geride bıraktığım onca rakip... Kalbim yeniden yumuşasın diye yapmamıştım onca fedakarlığı, tam tersine kendi kişiliğime bile karşı gelip üzerime kendi cesaret ağımı sarmıştım. Bir zamanlar kabuğumu kırmak imkansızdı evet fakat ben o kırılamayan ifrit kabuk üstüne çok daha güçlü yeni bir kabuk örmüştüm. Diğerleri kabuklarını kırıp yeni kanatlarıyla özgürlüğe yol alırken ben tüm hiddetimle yerde kalmış, kırılmaz kabuğumla kendimi kendime ispatlamıştım. Ve eğer kaybedecek neyin var diye sorsanız, kaybetmekten korktuğum şeyin işte bu olduğunu anlardınız.

*
Kırmızı boyası üzerine Pussy cab yazılı bir cip cip önümde durduğunda düşüncelerimden sıyrıldım. Herşey bir yana, arkadaşlık bir zayıflık sayılmazdı değil mi?

***
Uzun süren yemeğin sonunda saat on biri vururken dağıldık. Max'in yeni arkadaşlarıyla içki gecesi olduğundan dolayı Samara ve yeni sevgilisini uğurlayıp Amandayla cipe atladım. Çünkü kendisi ağzına alkol sürmeyen benim aksime ayakta duramayacak kadar sarhoş vaziyetteydi.

*
Cipi sürdüğüm yol boyunca sustuk. Suskunluğun sebebi Amanda'nın sayıklıyor olmasıydı gerçi fakat diğer yandan durum tam tersi olsa dahi konuşmak istemezdim. Telefonumu cebimden çıkarıp müzik listesinde Dying in the sun'ı bulana kadar dolandım. Bulduğumdaysa sesi sonuna kadar açıp yolun geri kalanını şarkının içime sızmasına izin vererek geçirdim.

Binanın önüne vardığımda arabayı stoplayıp seslendim.

-"Uyan koca kız son durak."

Ses gelmeyince elimi başına koyup saçlarını karıştırdım. Bundan nefret ederdi.

-"Hmmmmhh..."

Huysuz homurdanışını cevap diye kabul edip aynı şekilde yanıtladım. "Hmmmmhh iyi. Ben de seni eve kucağımda taşırım. Ne güzel öyle değilmi?"

Oflayarak cipten inip diğer tarafa dolaştım ve Amandayı koltuğundan kaldırdım. Şükür ki asansör denen bir cihaz vardı. Yoksa üçüncü kata kadar bu koca bebekle merdiven saymaktan kollarım kopacaktı.

*
Dairesine vardığımda cebinden aldığım anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Kucağımda Amanda ile koridor boyunca yol alıp yatak odasını bulmak için beş kapıyı da açmamı saymazsak sonunda nakliye işim sorunsuz hallolmuştu.

Evden çıkıp asansörü çağırırken kolumdaki saate göz attım. On ikiye yakındı. İşin kötü yanıysa bu saatte taşıt bulmanın imkansızlığıydı. 'Pekala Gabriel, güzel bir yürüyüşün vakti yoktur değil mi?' Seyrek zamanlarımdan biri olarak iç sesim beni olumlu karşılayınca çaresizce gülümseyip bakışlarımı aşağı yönlendirdim. 'Pekala bacaklar, bugünkü kaderiniz de buymuş ne yapalım?'

Apartmandan çıktığımda kapşonumu çekip ellerimi cebime soktum. O sırada elime metal bir nesne gelince onu kavrayıp merakla cebimden çıkardım. Nesne Amanda'nın evinin anahtarıydı. Biraz önceki nakliyat işim düşündüğümün aksine tamamen kusursuz değildi. Kafamın içinden lanetler savurarak apartmana geri döndüm.

Asansörü beklemek yerine merdivenleri seçerek dairesine varıp anahtarı aceleyle kilide sokarak çevirdim. Açılan kapıdan anahtarı koymak için evin içine girdiğimdeyse gözlerim tam karşımdaki Amanda'nın kapısı açık yatak odasına kaydı. Açık kapıdan, yatağın başında dikilen karanlık bir siluet dimdik bana bakıyordu.

SAF KATLİAMWhere stories live. Discover now