20. Sahne

482 43 10
                                    

Yıllarımı verdiğim, sonra da beni bir çöp gibi ortada bırakan adam tam karşımda duruyordu. Gençliğimi vermiştim ben ona, üç yılımı vermiştim. 20 yaşımda terk edilişimi nasıl unutabilirdim ki? Berzan bana dost olmuştu, sevgili olmuştu, ama hepsi bu kadardı. Kalbimde yeri vardı ama bitmişti. Şimdi kalbim ona sonsuza dek kapısını kapatmıştı.

O hiçbir zaman benim ailem olamamıştı. Hiçbir zaman yaslandığım omuz olamamıştı. Ben sadece oldu sanmıştım. Ailem oldu sanmıştım, yaslandığım omuz oldu sanmıştım. Dert ortağım oldu sanmıştım.

Kalbim bir zamanlar onun için deli gibi atardı fakat şimdi, tam karşımda durmasına rağmen hiçbir şey hissetmiyordum.

Tek hissettiğim şey kulaklarıma asırlar gibi süren o piyano sesinin verdiği gerginlik ve sinirdi.

Gözlerime yoğun özlemle bakan gözleri karşısında bir an ne yapacağımı bilemedim. Marcus hala deli gibi havlayıp Berzan'ın üstüne atlamaya çalışsa da Berzan onu görmüyor, duymuyor gibiydi. Tek yaptığı şey beni izlemek benden bir tepki beklemekti.

Yutkunarak bir adım geriledim. Evime girmeye nasıl cesaret edebilmişti? Bunca yıl sonra derdi neydi de karşıma çıkmıştı? Beni bırakıp evlendiği karısı neredeydi? Biliyor muydu Berzan'ın bir zamanlar deli gibi sevdiği kızılının yanında olduğunu?

Şimdi düşünüyorumda, içimde bir katilin olduğunu bilseydi belki de böyle bir yola hiç girmeyecekti. Berzan hiçbir zaman Akçayı öğrenememişti. Değil öğrenmek, varlığından bile haberi olmamıştı. Gözleri bana niye özlemle bakıyordu ki? O beni babasının seçtiği kadın uğruna terk etmemiş miydi?

Şimdi neden gözleri bana böylesine aşk dolu bakıyordu?

Onun aksine ben ona bir yabancıya baktığım kadar soğuk bakıyordum. Berzan artık bir yabancıydı, yaşamıştım ve bitmişti. Elimdeki silahı yavaşça aşağı indirdiğimde gözleri ilk defa silahıma düştü. Eski Ceylin'in elinde bir an olsun silah görmeyen Berzan bunu görünce şaşırmışa benziyordu.

Berzan bana doğru yaklaşmaya başladığında Macus yeniden hırlayarak aramıza girip Berzan'ın bana yaklaşmasını engellerken hafifçe eğilerek Marcus'un başını okşayıp bir sorun olmadığına dair işaret verdiğimde sakinleşerek geriye doğru çekildi.

"Bir hoşgeldin demek yok mu?"

Şiveli konuşması hiç değişmemişti, anlışan o ki hâlâ istanbul ağzına alışanamıştı. Berzan bir aşiretin oğluydu, istanbula mimarlık okumaya gelmişti. Onunla yolum üniversite de kesişmişti. Abimi tanıyordu, o bizim evimize bile girmişti. Bu masa da benimle birlikte oturup yemek yemişti.

Abimle birlikte oturup bu evde sohbet bile etmişlerdi,

"Evime girecek cürreti nerede buldun?" dediğimde başını eğerek dudaklarını ıslatırken iç çekerek kara gözlerini yeniden gözlerime dikti.

"Gülüm," diye fısıldayarak elini bana doğru kaldırdığında elini hızla iterek bana dokunmasına engel oldum. Bir erkeğin bana dokunması mide mi bulandırıyordu. Önceden bana böyle seslendiğinde karnımda kelebekler uçuşurken şimdi bana böyle seslenmesi sadece mide mi bulandırıyordu.

"Ceylin," diyerek onu düzelttiğimde gözleri hüzünle buğulanırken tepkisizce onu izliyordum. Beni bırakıp başka bir kadınla evlenirken gül'ü olduğumu unutan adamla benim işim olmazdı.

O evleydi, bana dokunamazdı.

"Niye geldin Berzan? Neden evime girip hiçbir şey olmamış gibi bir hoşgeldin yok mu diyorsun!"

"Sana geldim."

Sen bana gelmek için beş yıl kadar geç kaldın.

"Bana gelme Berzan. Bizim kapılarımız kapandı. Üstünden beş yıl geçti! Sen evlisin evli. Bir de utanmadan sana geldim diyorsun." dediğimde iğrenerek yüzümü buruşturdum. O benim artık sevdiğim adam değildi. Bana ne anlatıyordu ki?

AfitapOnde histórias criam vida. Descubra agora