7//Sızı

1.2K 204 142
                                    

İyi akşamlar👋🏻👋🏻👋🏻

Dün yayınlayacaktım bölümü aslında ama biliyorsunuz, başımız beladan kurtulmuyor...

Neyse.

İyi okumalar dilerim~~

..

    Saat gece yarısına yaklaşırken çalışanlardan kimsenin kalmadığı büyük evdeki ilk kattaki çalışma odasında, kapı kapalı ve kilitliyken çalışma masasının arkasında oturan orta yaşlı adam sırtını sandalyesine yaslamış, düşünceler içerisinde boğuluyor gibi hissederken eliyle şakaklarını ovalıyordu. Başında yadsınamaz bir ağrı vardı. Ağrı kesici almasına rağmen bana mısın dememişi ve uyuması gerektiğini bilmesine rağmen kendisinde sandalyesinden kalkacak gücü bulamıyordu. Bunun yerine baş ağrısını katlayacak olmasına rağmen düşünüyor, düşünüyor ve yeniden düşünüyordu. 

Bir hafta öncesinde mükemmele yakın olan hayatının nasıl bir anda karambole yuvarlandığını düşünüyordu. Daha bir hafta önce, canından çok sevdiği bir oğula, onu seven bir eşe ve ne kadar özel bir bağ kurmasa da değer verdiği üvey bir kıza sahipti. İşleri iyi gidiyor, her akşam eve sıcak bir karşılamayla geliyordu. Yaşı gereği her ne kadar özel hayat konusunda sınırları dar olsa da oğlu onu her akşam kapıda karşılamayı ihmal etmezdi. İçeri girerken gülümseyen yüzü ve iri kahverengi gözleriyle kendisine bakar, "Hoş geldin baba!" derdi neşeli bir tonda. Seo-jun o böyle yaptığı her seferinde ceketini bile çıkartmadan çocuğu kendisine çekip sıkıca sarılmadan edemezdi. Jeongguk da her ne kadar söylense bile gülerek kollarını kendisine sarar, karşılık verirdi. 

Sonra birlikte yemek yerlerdi. Yemek saatleri çoğunlukla sessiz geçerdi. Ne Jeongguk ne de Mi Kyong okul hayatlarından bahsetmeye hevesli değillerdi. Bu yüzden genelde konuları kendisi ve Hyuna açardı. Rastgele şeylerden konuşur, bazı akşamlar gereğinden uzun süre masada kalıp sohbet ederlerdi. 

Yemekten sonra Seo-jun Hyuna ile birlikte salona geçerdi. Mi Kyong da bu noktada çoğu zaman onlara katılırdı. Jeongguk ise onu pas geçmelerini söyler, odasına çıkardı. Seo-jun bunun üzerine çok düşünmezdi çünkü onun yaşı gereği akşamı arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçirmek isteyeceğini bilirdi. Yalnızca kimsenin onu rahatsız etmediğinden emin olmak düşerdi ona ve o da bunu yapardı. Elinden geldiğinde ona istediği özel alanı vermeye çalışırdı. 

Jeongguk en çok özel alanına saygı duyulmadığında sinirlenirdi. Biri ondan habersiz odasına girdiğinde, yalnızca meyve ya da kurabiye getirmek için bile olsa öfkelenirdi. Başkaları için huysuz ve şımarık görünebilirdi bu anlarda ancak ne olursa olsun o Seo-jun'un biricik oğluydu. Bütün varlığını adamak istediği yegane kişiydi. Annesi onu kucağına bırakıp istediği parayı aldıktan sonra hayatlarından çıkıp gittiğinde, Seo-jun bu çocuğa her şeyi vereceğine dair kendisine söz vermişti. Genç yaşında bir anda baba oluvermiş, ona hak ettiği gibi iyi bir ebeveyn olmak için dişini tırnağına takıp çabalamıştı. 

Sonra bir gün, ansızın her şey tepetaklak olmuştu. Hastaneden aranmıştı, oğlunun araba kazasına karıştığını ve tedavi altında olduğunu öğrenmişti. Soluğu hastanede almıştı ve sabah gülerek veda ettiği oğlunu boynuna bir cam parçası dayarken bulmuştu. Siyah saçları karmakarışık olmuş alnına dökülüyor, gözlerinde acı dolu bakışlar kendisine bakıyordu. Sürekli anlayamadığı şeyler sayıklıyordu. Sakinleştirici vurulduktan sonra bile bilincini kaybedene kadar çırpınmayı bırakmamış ve ilk defa, onu kollarına aldığında sakinleşmekten uzaktı. Normalde, ne olursa olsun Jeongguk yaşadığı en ufak bir sıkıntıda ona koşar, sarılır, bazen küçüklüğünde yaptığı gibi kucağına tırmanmaya çalışırdı. Kollarında sakinleşirdi. 

dreaming life Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin