4//Oyun Parkı

1.4K 198 189
                                    

İyi akşamlar👋🏻👋🏻

Yavaş yavaş beni yazarken heyecanlandıran kısımlara geliyoruz alırım bir tebrik xlmdlxmd

İyi okumalar ve yorumlar dilerim~~~

..

Jeon Jeongguk. Seoul'ün en prestijli okullarından birinde, kurtlar sofrasında acıması olmayan bir kurt misaliydi. Okula her sömestr başı yüklü miktarda bağış yapan babasının nüfuzunun gölgesinde, bir çeşit kral gibiydi. Kimse ona yanlış bir hareket yapmaya cesaret edemezdi. Bunun tek sebebi babasının nüfuzu değildi. Karakterinin de imajında büyük bir etkisi olmuştu. Kendisinin aksine sosyal kelebekti. Basketbol takımının kaptanı, büyük bir arkadaş grubunun kilit üyelerinden biriydi. Zorba pisliğin teki olsa bile kendi denginden çok fazla arkadaşı vardı. Ondan zayıf olanları ezmekte bir sorun görmüyor, hatta bundan zevk alıyordu.

Jeon Jeongguk böyle biriydi. Onun gibi birinin yerini birkaç günde zorla doldurmak zorunda kalan Junghyun ise bu gencin tam anlamıyla karşıtıydı. Zıt kutuplar daha önce hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Karakterlerinde ya da görünüşlerinde bile en ufak bir ortak nokta yoktu. Bu yüzden olsa gerek, Junghyun şu anda oturduğu sınıf sırasında soğuk soğuk terliyordu.

Başlangıçta, bir şeyleri çözene kadar evde kalabileceğini düşünmüştü. Hafta sonunu Jeongguk'a ait odada geçirdikten sonra eve alışmıştı. Hatta, bir yolunu bulup bilgisayarı açmayı bile başarmıştı. Jeon Seo-jun'un kendisine oğluna ait olmayan fakat yeni bir telefon getirmesiyle ise ihtiyacı olan her şeye sahip sayılırdı. Jeon Seo-jun hâlâ yüzüne bakmaz, bir umut Busan'da kendisinin verdiği bilgilere dayanarak onu, daha doğrusu oğlunu ararken kendisi evde oturmak, depresyonunun dibine vurmak istiyordu. Zaten alışık olduğu bir durum olduğu için sorun değildi.

Ayrıca, Jeongguk'un odası mini bir saray gibiydi. Orada sıkılmasının imkanı yoktu. Babası her ne kadar kendisine rahatsız olduğunu belli etse de Junghyun oğlunun odasını karıştırırken onu umursamıyordu. Bilgisayarında takılıyor, ayağındaki yaralar iyileşmeye giderken yatakta yuvarlanarak saatler geçiriyordu. Ve mutluydu. Cidden. Hiçbir şey düşünmez, aynaya bakıp gerçekleri hatırlamazken mutluydu.

Okula gitmek zorunda kalacağını düşünmemişti. Hyuna'nın buz kesmiş yemek masasında pazar akşamı yaptığı hatırlatmayla başına örülen bu çorap, şu anda hissettiklerini hissetmesinin yegane sebebiydi. Başta itiraz edecek gibi olsa da Seo-jun'un konuşmasıyla ona söyleyecek bir şey kalmamıştı. Seo-jun ise hiçbir şey olmamış gibi yarından itibaren okula devam edeceğini söylemişti. Sonrasında ise gecenin bir vakti odasına gelmiş, oğlunun okul hayatını berbat etmemesi için üstü kapalı bir tehdit ve durumu bir an önce çözeceğine dair boş umut vermişti kendisine.

Junghyun onun hiçbir yere ulaşabileceğini düşünmüyordu doğrusunu söylemek gerekirse. Bunun için birkaç sebebe de sahipti. Birincisi, burada kendi dünyasının aksine mevsimin bahar olmasıydı. İkincisi, biraz araştırma yaptığında internetteki kendi hesaplarının hiçbirine ulaşamamasıydı. Üçüncüsü ve gerçekleri ona en acı şekilde hatırlatanı ise, kendi lisesinin bu dünyada var olmamasıydı. Tüm bu ana sebeplerin dışında pek çok küçük kanıt daha vardı ancak onlardan bahsetmek, bulunduğu anda lüzumsuz olurdu.

Kendi dünyasında değil, bir dizi dünyasının içindeydi ve zorba rolünü oynayan karakterin yerini almışken bütün dizinin döndüğü okula kendi ayaklarıyla gitmek zorunda bırakılmıştı. Gerçekten boktan bir durumdu. Bundan daha kötüsü ise sabahtan beri tüm okul hayatı boyunca muhatap olmadığı kadar çok kişiyle muhatap olmaz zorunda kalmasıydı. Geçmiş olsun demek için yanına uğrayanların sayısını artık unutmuştu. Adlarını ise başından beri bilmiyordu. Hepsini sahte gülümsemeler ve berbat bir oyunculukla geçiştiriyordu. Şimdilik kimse bir şeyi çakmamış gibi gözükse de Minho, namıdiğer kendisinin en yakın arkadaşı ona baya kötü bakıyordu. Zaten iri yarı bir şeydi. Junghyun ondan korkmadığını söylese yalan olurdu.

dreaming life Where stories live. Discover now