İhtiyar Kadının Evi

128 19 9
                                    

"Sanırım canımız hiç olmadığı kadar tehlikede."

  Nefesimi tuttuğumu fark etmem zaman aldı. Bakışlarım karşımızdaki patikayı buldu.

"Hiçbir şey anlamıyorum."

  Kendi kendime sessizce mırıldandım. Eris'in bana baktığını hissetmemle kafamı ona çevirdim.

"Şimdi ne yapacağız? Bu patikadan gitmemiz gerektiği çok açık ama gittiğimizde ne olacak? Neyle karşılaşacağız? Neyle baş etmek zorundayız?" Gözlerim kemerlerimizdeki silahları buldu.

"Bu kadar silahı ne için kullanacağız? Üzerimizde bir harita da yok. Patikaya girdikten sonra ne tarafa ilerleyeceğiz?"

  Eris sıkıntılı bir nefes verdi. Bir eliyle saçlarını çekiştirdi. Daha sonra hızla ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Elinden yardım alıp ben de ayaklandım. Lulu ve Pulu'nun notunu cebine sıkıştırdı.

"Anlaşılan bu sorularının cevaplarını patikaya girmeden bilemeyeceğiz."

  Korkarak karşımdaki sonu görünmeyen yola baktım.

"Oraya gidesim hiç içimden gelmiyor."

"Harekete geçmek zorundayız. Burada durdukça tehlike altındayız belki de."

"Ya da burası güvenli bölgedir."

  Eris kafasını bana çevirdi.

"Güvenli bölge olsa bile ilerlememiz gerekiyor. Sonsuza kadar bu yerde kalmak istemiyorsun herhalde?"

  Derin bir nefes verdim. Eris burnumu sıkıp sırıttı.

"Sakin ol Karamsarlık Kraliçesi. Eğer bir sorun olursa yanında olacağım."

  Kaşlarımı çattım.

"Karamsarlık Kraliçesi değilim."

"Hı hı, tamam."

  Beni takmadan ilerlemeye başladığında peşinden gittim. Hızlı adımlarla ona yetişip patikaya girdik. Burası, uyandığımız açıklıktan daha karanlıktı. Arkamı dönüp baktığımda uyandığımız açıklığın parladığını gördüm.

"Önüne bak."

  Eris'in dediği ile önüme döndüm. Arkama bakmamın bir lüzumu yoktu. Eris'in de dediği gibi ilerlemek zorundaydık.

  Arkamızdaki açıklık görünmeyecek kadar yürüdük. Ne zamandır yürüyorduk bilmiyorum. Daha doğrusu burada zaman kavramı var mı onu bile bilmiyordum.

  Etraf iyice kararmıştı. Sadece yürüdüğümüzde çıkan çatır çutur sesler dışında hiçbir ses yoktu. Gökyüzü ağaç dallarından gözükmüyordu. Yol gittikçe daralmıştı ve hafif eğilerek yürümek zorunda kalıyorduk. Belim ve boynum ağrımaya başlamıştı.

"Eris nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrin yok dimi?"

"Evet."

"Harika."

  Üstümüzde bize yol gösterecek bir kağıt parçası da yoktu. Öyle dümdüz kafamıza göre yürüyorduk. Hiçbir yol ayrımına sapmamıştık. Ki zaten  yoktu da.

"Sence daha ne kadar ilerlememiz gerekecek?"

"Hiçbir fikrim yok."

"Lanet olası belirsizlik!"

  Eris durduğunda ben de durdum. Derin bir nefes alıp arkaya doğru eğilerek belini kıtlattı.

"Her yerim ağrıyor."

"Acaba biraz dinlensek mi?"

"Burada? Ormandan gelecek her türlü hayvandan korumasız bir şekilde burada mı dinleneceğiz?"

Hikaye GezginiWhere stories live. Discover now