14. Bölüm

934 187 48
                                    

Tüm sokakta yankılanan o korkunç sesten hemen önce gördüğüm tek şey arabayı kullanan adamın gözleri olmuştu. Ona Neden? demek istedim. Bunu neden yapıyorsun?

Önce arabanın kaput kısmı kapıma çarptı, sonra camım kırıldı. Sokaktaki çığlıklar yükseldi. Cam, parçalar halinde üzerime yağdı. Araba ölçemeyeceğim bir hızla savruldu.

Kollarımı yüzüme siper ettim. Boşa bir çabaydı, belki de parçalara ayrılacaktım.

Gözlerim benden bağımsız kapanırken keskin bir acı ve derin bir ağrı hissettim. Koltuklara kan sıçramıştı. Neremden yaralandığımı anlamıyordum. Zaten önemi yoktu. Muhtemelen ölecektim.

Bütün hayatımı düşündüm. Annemi, Savaş'ı, Güneş'i, dayımı, yengemi, Selay'ı, Deniz'i ve hatta babamı bile. Yapmak istediğim çok şey vardı. Hiçbir hedefime ulaşamamıştım. Demek dünyadan böyle ayrılacaktım. Her şey yarım kalacaktı.

Savaş'ı bulamamıştım. Babama hesap soramamıştım. Mimar olamamıştım.

Ölüyor olmak çok tuhaftı. Bedenim artık bir ruha sahip olmayacaktı. Gözlerim sonsuza kadar kapalı kalacaktı. Kimsenin hayatında olmayacaktım. Yıllar hatta aylar sonra sadece ara sıra yokluğumu hissedecekleri silik bir anıya dönüşecektim. Fiziksel olarak şu an neremden yara aldığımı anlamıyordum ama kalbimin ruhsal ağrısı kaburgamı parçalayacak kadar ağırdı. Ölmek istemiyorum demek istedim ama dilim hareket etmemişti.

Beynim komut veremiyordu, düşüncelerim de benden uzaklaşıyordu. Sesler uğultuya dönmüştü. Sanırım artık sona gelmiştim. Ben yenilmiştim.

Göz kapaklarıma resmedilmiş küçüklük halimden özür dilemek istedim. Hayallerini gerçekleştiremediğim için, tonlarca ağır acıyı ömür boyunca omzunda taşıttığım için, hiçbir şeyi başaramadığım için, umudunu kaybettiğim için, yenildiğim için. Karşımdaki kızın daha güçlü olduğunu hatırladım. Yıllar geçtikçe her şey neden tersine dönmüştü?

Bunu bize neden yaptın? dedi sitemle. Gülümsemek istedim. Beş yaşındaki halim yirmi iki yaşındaki halimi azarlıyordu, haklıydı. Bunu bize neden yapmıştım?

Bana asır gibi gelen bir süreden sonra bir ambulans sesi duydum. Sokakta acı yankılar bırakıyordu.

İnsan sesleri vardı, sanırım başımıza meraklı bir kalabalık doluşmuştu. Sahi Kerem nasıldı?

"Çabuk, çabuk açılın. Herkes uzaklaşsın. Hemen uzaklaşın." dedi yabancı bir ses. Ambulans doktoru olma ihtimali yüksekti. Boynumda benim buz gibi tenimin aksine sıcak bir şey hissettim. Nabzımı ölçmüşlerdi. "Nabız alamıyorum." Kalbimin attığını hissediyordum ama demek ki küçük de olsa bir belirti yoktu. Daha ölmedim diye fısıldadım ama muhtemelen dudaklarım hareket bile etmemişti. "Çabuk sedye, boyunluk, oksijen maskesi. Çabuk, hadi daha hızlı. Çok fazla kan var."

"Adam yaşıyor." dedi başka yabancı bir ses. Eğer kaza geçirmiş durumda olmasaydım oh be diye derin bir nefes verirdim. Kerem yaşıyordu. "Buraya da hemen sedye ve boyunluk. Nabzı iyi. Maskeye gerek yok."

Cemre'nin ölüm yıl dönümünde, onun öldüğü şekilde ölecektim. Bu yenilgi bana ağır geliyordu, Deniz'e daha da ağır gelecekti. Kalbim ağrıyordu. Fiziksel olarak mı yoksa ruhsal olarak mı ağrıyordu bilmiyordum ve açıkçası düşünmek de istemiyordum. Çünkü her şey bulanıklaşıyordu. Hemen yanımda olan sesler çok uzaktaymış gibi kulaklarım uğulduyordu.

Keşke beni hayata bağlayacak herhangi bir şey hemen yanımda olsaydı. Savaş, Güneş, belki Deniz.

Hiçbiri yoktu ve ben yavaş yavaş beni kucaklayan ölüme doğru gidiyordum. Bilincim kapanırken duyduğum son sözler doktorun benim için söylediği cümlelerdi. "Acele edin, onu kaybedemeyiz." Bu cümleden sonrası yoktu.

GEÇMİŞİN TUTSAKLARI  (+18)Where stories live. Discover now